Trenler, arabalar, otobüsler, kısaca
taşıtlar geçer gider ve o taşıtların yolcusu olduğu gibi
izleyeni de vardır, aynen giden olduğu kadar kalanın olduğu gibi.
Birileri yere basıyordur ayağını ve bakıyordur gidenlere,
birileri de oturuyordur ya da volta atıyordur belki de trenin
pencerelerinden izlemektedir akıp gittiğini düşündüğü ama
sabit kalan toprağı, şehri, ıvırı zıvırı. Diyalektik ya da
ironik bir salaklık değil bu bahsi geçen. birileri bir şeyler
düşünüyordur bir şeyler ya da birileri hakkında, onu dinleyen
dalga geçiyordur kendi kendine. Biri bir şeyler düşünüyordur
biri hakkında, o biri hiç haberdar değildir bundan. Biri haberdar
olur onun hakkında düşünülenden belki umursar belki umursamaz ama
düşler kendi düşündüğü birileri düşünüyor mudur, ne
düşünüyordur diye kendi hakkında.
Birileri için sıfırsındır, bir
başkası için çok şey. Bunun ne kadarı senle alakalıdır, ne
kadarında ne kadar sen etkilisindir, sensindir. Muhabbet deyip
geçemezsin buna. Herkes seni aynı tanıyamaz doğru, doğru da
senin muhabbetin ne kadar senin olur bir başka kulakta? İletişimsiz
de deyip geçemezsin buna. En iletişmemeye niyetli olduğun zaman
seninle iletiştiğini sanan insanlara ne dersin, yalnızca senin
iletişme anlayışın mı doğru, belki de o iyi anladı, anlaması
gerektiği kadarını anladı, belki de anlayacak bir şey olmadığını
düşündü, yoksaydı. Peki sen bundan bir şey anladın mı? Benim
kafam hep karışıktır zaten.
“Beni bir kolejli kız anladı. O da
yanlış anladı” vecizesinin sencesini edersin belki de. “Ben
yanlış anlaşıldım”. Bu neden bir geçiştirme olmasın
kabullenme içermeyen. Belki marazi bir yüzleşmeyle hepsinin
aslında bir yanılsama olduğunu görebilir mi insan? Bunu görmeyi
göze alabilir mi eğer anlaşılmak ya da anlaşılmamak yanılsamadan
öte bir şey değilse aynen iletişmenin olduğu gibi.
Ya tarihin, değerlerin, ilişkilerin,
ilişkilenmelerin ilişkilendirilmelerin, sevmelerin ve sevilmelerin,
yalnızlığın sadece bir yanılsama olduğu gerçeği?
(Tartışılası not: İnsanları
intihara çağırmanın devrimciliği. Örnek: İonesco.)
Peki anlaşabilir miyiz? Tüzükleşmiş,
sıralanmış ve belirlenmiş kurallarla, hiç kağıda geçmemiş
ama gözlerle tasdikli içkin yasalarla bir kan bağı grubundaki
gibi, devletlerin cüsselerine paralel koydukları karşılıklı
ağırlıkları gibi. Hep yapılan gibi. Uzlaşmacı. Bu yüzden bu
kadar uzun sürdü ömrü çıkarcı yaşamın.
İletişime geçmiyor da ilişiyor
muyuz birbirimize, soğuğun etkisini azaltmaya ya da süt veren
memeye yapışmaya çalışan köpek yavruları gibi. Hep yapılan
gibi. Faydacı. Bu yüzden bu kadar uzun sürdü ömrü çıkarcı
yaşamın.
Peki anlaşmalı mıyız?
“Başka bir dünya mümkün”. Evet
mümkün, ama o başka dünyaya başka bir yolla ulaşmakla, başka
türlü olmakla.
İki ayrı yaşanan var. Senin
kabuğunun içinde ve dışında. Ve her ikisini de net bir gözle
göremezsin. Dışardaki girmiştir içine, doldurmuştur seni ve
senin içini doldurana nasıl bakabilirsin dışardaki diye. Ve dışa
çıkıp kendine bakmak söylemiyle mümkünsüz olandır, yine
kendin dışardan bakarsın başkası olamadan. Ne 'ben'sindir artık
ne de 'sen-siz'.
Belki de başka bir şey insan. 'Ben'
ve 'biz' arasına sıkışmış, bir 'ben'e bir 'biz'e dalıp çıkan,
her dalıp çıkışında kıvamlarını bozan hem tiner hem boya,
'ben' ve 'biz' arasına gerilmiş bir 'bez'.
Ne irfandır başkalarının dediği
gibi kendini bilmek, ne de enseyi patlatmamak için bilmesi gereken
kişinin. Kendini bilen, kendini bulan, yolunu da bulur.
“Gerçeğin ırmakları çamurludur
kaynakları kuruysa da
Ve o denli çok çelişki deresi akar
ki onlara,
Yollarını sürdürmeleri gerekir
öyküyle.”
L. Byron/D. Juan
“Kirli şeylerden mi söz ediyorum?
Bence işin en kötüsü bu değildir. Olgun olan, gerçeğin suyuna
kirli olduğu zaman değil, sığ olduğu zaman girmeyi sevmez.”
Niçe/Zerdüşt
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder