21 Temmuz 2007 Cumartesi

Tanrılıktan Vazgeçip Kullaşamayan Tanrıların Akamayan Gözyaşları


Seninle farklarımız çok. Ben mükemmelliğe doğdum. Ama
beceremedim, kabullenemedim bunu. Sıradanlığa soyundum
sonra. Basitlikti tek istediğim. Ama cezalandırıldım,
sıradan bile olamadım. Oysa sen sıradansın ve
mükemmelliğe soyunuyorsun. Bunu beceremeyeceksin. Tüm
gerçekliğin en büyük yalanın, umudun üzerine kurulu ve
cezalandırıldığının farkında bile değilsin. Sen
umudunla, ben gururumla cezalandırıldık. İşte ortak
yanımız da bu, her ikimiz de tutukluyuz. Senin cezan
nefret ettiğin sıradanlığını farkedemeyecek kadar
sıradan olman, benimki ise sıradanlıkla çevrildiğim
halde içine giremeyecek kadar mağrur kalmak. Kendine
acıyamayan bir harabeyle bahçesinde kardelen bekleyen
bir bataklık köstebeği. Kerpiç ahırda bir ünicornla
uçmaya niyetli bir toprak solucanı. İronikle grotesk.
Sen İcarusla Sispos arasında biryerdesin bense
sırtımda dünyayla Atlas. Ve bu sözler başarılı
olduğunu gösteriyor cezalandırıcının ya da
cezalandırıcıların. Yanyanalığımızın nasıl bir anlamı
olabilir ki? Sen farketmemenin yavanlığıyla ben
farkındalığın trajikliğiyle prangalandık.

Birimizde hayranlık diğerinde tiksinti. Hayranlığa
tiksinti ve tiksintiye hayranlık. Keşke bunla bitse
ama daha çok acı var. Hayranlığına duyduğum hayranlık,
farketmemene hayranlığım işte bu bir tiksinti. Ve
tiksindiğim ise tiksintiden başkası değil ve bu bir
hayranlık ve her duygu böylece anlamını yitiriyor. Bir
ortak yanımız da bu. anlamlanmaya çalışırken
anlamsızlaşmakla cezalandırıldık.

Çölün üzerinde bir bulut hücrem bir ağlayabilsem, acım
anlam bulsa. Ama içime akıyor gözyaşlarım ve yosun
yeşili her yanım. Halbuki sen vahalarını çiçeksiz
uyduruk portatif çimlere bıraktın kenarlarında yeni
moda taşlarla ayaktan uzak tutulan. Sahteliğinle
samimiyken sen ben samimiyetsizliğimle sahtekarım.
Hayranlığımla tiksintim yanyanayken
anlamsızlıklarıyla, hala mağrur olmam, üstün olmam
sahteliğine, sahtekar olmam üstünlüğümle. Ne acı! Bu
diyebileceğim tek şey, istediğim kadar tadamasam da acıyı.

DEBELENME?!...

(Post-imlasız sayı 1 kasım-aralık 2004)

Bu umarsız duruşu biliyorum ben. Derin karanlık bir
kuyu vardır o bakışların ardında. Değer vermiyor
bilmeden değersizleştiğini, yokederken son güzelim
pırıltıyı da kuyulaşan koyulukta. Özlemedin mi
gözyaşlarının bir başkası için akmasını? Anlamsız bir
filmde gülerken ağladığına, aptallığına; gülebilirken
ağlayabildiğine aptallığına bir filmin; anlamsızlığına
ve ağlayabilindiğine aptallığa, aptallığına,
hatırlıyor musun hala? Oradakini biliyorum ben, bende
de vardı senden, belki de gitmedi hepten. Karanlıkta
ıslık çalan gölgeler, mırıltıları hep korku tonunda,
sendeki karanlığın yanında esamisi okunmasa da,
dengeli bellenme yok ya bunda, korktuğun da bu
aslında; daha fazla kuyundaki karanlık. Ne doluyor
başkayla ne de boşalıyor, görüyorum orda öyle duruyor.
Duruyor, durduruyor, duraklıyor. Debelenmiyorsun
teslim olmuşsun.

Mevlevi tekkesi yapmak gönlü ama kapıyı biraz
gizliye açmak. Önünden geçerken kendiliğinden açılan
alışveriş merkezi kapıları gibi değil ama kilitli
olmasa da rezeleri biraz paslı belki yağmurla şişmiş
tahtaları olan bir kapı. Açılmaya hazır bir
kilitsizliği olsa da biraz zorlanmak isteyen girecek
olan tarafından. Bu belki kişisel inisiyatif
alınmasını bekleme riskini göze almak o ağır tahta
kapının ardında. Bir nevi saklambaç bu, bilmem oyun
mu, hadi oyun olsun sorun mu? Ebe kimliğinin tespiti
güç, saklanan ve arayan arasında. Ortada ebe yokken
saklananın umut ettiği arayan ya da ebeliğe soyunmuş
bir arayan, acep var mı saklanan? Bulunmak umuduyla
saklananın zavallı yalnızlığı ve arayanın yalnız
zavallılığı. Sanılanın aksine asosyallerdir derdini
apaçık ortaya koyan, kalabalıkta yalnızlık çekenler
aha gizli ağlarlar. Kalabalığında asosyalleri hiç
karıştırmamalı, atın arkasına bağlayıp kamçılamalı
atları.

“Ben beni bilmez isem kimleri bilebilirem
Ben bir kaybolmuş isem kimleri bulabilirem
Ya ben benle isem başkayı neylerem.”

Başucundaki biblolar pek de şirin, hangi romandan
fırtladı yatak odana ya da sen de mi ordansın yoksa
ben mi bir kitaba tıkıldım? Yok yook bu abartı… bu
yapaylık… kim çizdi seni, karikatür?

Evet bilimkurguları ben de severim ama artık
sevişmeyelim. Yolculuklara gidelim, başladığı yerde
bitelim yani dönelim, hep bir ileri bir geri
etmeyelim. Kafamdaki sikişiklik senin de suçun değil
tabii, neden olsun, sikin yok ki senin. Ama ya dilin.
Seksist bir sikten kötüsü yapay bir sik, ki yapay olan
en seksist burda. Debelenmeliymişim biraz daha oysa,
daha iyi olacakmış bizim için.

Kadınlar hakkında çok bir fikrim yok, aslına
bakarsan çok da kafamı yoran bir… ne demeli
bilemedim.

Mutsuzluğun terbiyesizliğinle yaşıt mı, hangisi
kovalıyor ağzı salyalı bir köpek gibi yoksa tam da
tersi mi, tasmalı ardından mı sürükleniyor ağzı
salyalı bir köpek gibi. Biçim-biçem tartışmasını aşka
fırlatsanız don huan-sirano gibi bir şeyle
karşılaşıverirsiniz. Ziv ziiiv ziv… çok duyuldu
bunlar çook. Biri birini tercih eder elbet kendine
göre. Hangisi bozulur diğeri tercih edildi diye, hele
ikisi birarada ise aynen yüzyılın reklam
kampanyalarında olduğu gibi. Kredi kartına taksitle,
ille de ısrarlıysan indirimli de… ama yeter
debelenme.

Kadınım çalışmak mı istiyorsun, iyi ama niye? Ee
peki ben çalışmayayım öyleyse. Yok canım yapmazsın
öyle şeyler bana, ayıp ayıp. Ne gerek ki, niye, ben
çalışmak istemiyorum gereksizse, aaa deli mi ne? Kavga
edemicem senle sikimi tuvalette unuttum, bir vajinanın
karşısında siksiz de şansım var aslında ama çok
haksızlık olur, zaten kabul etmez ki, ne de olsa yeri
belli, olsa kaç yazar olmasa kaç. “Debelenme teslim
ol”. Eyvah yine yenildim. Neyse şimdi daha güzel
yenildim Samy amca teşekkür ederim.

Derisini fırlatıp atıyor yılan, soyunuyor. Daha
güçlüsü, daha yenisi için bırakıyor kostümünü. Ey
yılanlar ne zaman ıstakozluğa erişeceksiniz,
yeniledikten sonra kabuğu, yeni kılıfla ilk ziyafeti
eskiyi mideye indirerek çekeceksiniz. Eski kabuk
girince zayıf kabukla korumasız kalan bedene yeni
kabuğu sağlamlaştırır içindeki enerciiyle. Benzerlik
gözyaşartıcı da doğayla yakın (özdeş mi demeli yoksa,
ayy) yaşamak yanlış anlaşılmış sanki mi ne? Maskenin
altından sürekli, maskeler çıkaran ilizyoncular
gibisiniz de yaşamda illüzyon yaratmayı da yanlış
anlamışsınız mı ne sanki, hı? Debelenin debelenin de
daha hızlı batın derinlere.

Kuşun biri karda kışta kalıvermiş de çok üşümüş, az
daha ölcekmiş de bir inek üzerine sıçıvermiş. Donmak
üzere olan kuş bokun sıcaklığıyla ısınmış haliyle, çok
mutlu olmuş şarkı söylemeye başlamış. Şarkıyı duyan
bir tilki de gelip bokun içindeki kuşu ordan çıkarıp
yemiş. Kıssadan hisse de şuymuş; üstüne sıçan her
zaman sana kötülük yapan değildir aynen bokun içinden
kurtaran da her zaman kıyak yapmıyordur adama. En
önemlisi de boğazına kadar boka batmışken şarkı
söylemenin hiç akıllıca olmadığıdır. Hımm.
Manipülasyon, ortayolculuk, uzlaşmak, sosyal
demokrasi, liberal sol, boklu kuş kanadı menüde(möönü
mü demeliydi acep gaassaraaylılar). Sigara
söndürmekten öte işlevsiz ayaklar yerle sıkı bağlarını
koruyan.

I wouldn’t piss on you if you’re on the fire. (dört
bir yanını ateşler sarmış olsaydı bile bebeğim gelip
üzerine işemezdim - chumbawamba) Niye böyle şeyler var
ki? Şaka maka kültür acayip bişey.

Bakarken bir yoldaşının gözlerinin içine bir çift
göğüs, sertleşmiş bir sik, bir zonta, bir solcu
kaçıveriyor mu gözünüze, rüzgarda gelen davetsiz
misafir tozlar gibi ve arkasından “maskeleeer”
“kimlikleeer” lakırtıları da irinler içinde
fışkırıyorsa surata, isyan doğal olan olmalı sanki mi
ne, hı?

Haliyle unutmamalı umutsuzluğun en iyi dostu
olduğunu umudun. O korkulu bir acı çekiş, çekiş de
kimden kendinden mi, kendinden saydığından mı? Evet
yine, “maskeleeer” “kimlikleeer”, soyundukça giyiniyor
yılanlar, daha da güçlü zırhlara soyundukça
sarılıyorlar. “Sar beni, sar” Sar seri serseri
demeliydi. Ben yıldım ama debelenmem istendi. Az kaldı
ıstakozluğa, az. Yiyecek attığı kabuğu, binlerce
afiyet dilenecek, herkes afiyetler dileyecek. Boğuntu
bunlar hem de saçma sapan. Ne de güçlüler, ezilmiyor
bedenleri kendilerinin altında. Kokuşmuş muşmula
suratlılar, gülüşler ne de iyi göstergeler. İşte bu
kokuşmuşluğun kendisi, onlar ezilmiyorlar,
ezilmiyorlar da, ya kendisizliğiyle eriyenler.
Başkasızlıkla kendisizleşenler artık yalnız
kalamıyorlar ki. Debelenme mi? İyi de niye ki?

Niye mi? Bizim deliler taşlarını ceplerine
tıkıyorlar. Delik cepken de bir kuyu da, olmuyor işte.
Bizim akıllıların işi kolay o yüzden.

“Debelenme, keskin sirke küpüne zarar.”

O yüzden mi sizin küpler bahçede hazinelerinizi
saklamaya yarıyor yalnızca.

Kırk küp kırkının da kulpu kırık kara küp

Kırk haramiler geldi aklıma birden. Ama onlar çok
kopuktu di mi? (freak freak)