Bu kişisel bir yazıdır.
Kişiseldir çünkü yapılan eleştirileri kişiliğime yapılmış bir saldırı olarak
algılıyorum.
“Seni/sizi biz çok iyi anlıyoruz.
Senin sorunların da bizim sorunlarımız. Büyük resmi gözden kaçırmamalısın(ız).
Güçleri birleştirmek zamanı şimdi, gel bize katıl, düşmanımız/rakibimiz aynı.
Dedim ya, sorunlarını senin kadar önemsiyorum. Romantikliğin zamanı değil.
Biliyoruz duygusal insanlarsınız siz ama gerçekçi olmak lazım. Hayaller karın
doyurmuyor. Her şeyin bir zamanı var, onların da zamanı gelecek ama biraz sabır
şimdi.”
Bu bir
alıntı değil ama olabilirdi de. Pek çok insanın buna benzer bir konuşmaya maruz
kaldığından hiç şüphem yok. Farklı konularda, farklı durumlarda buna benzer
lafları duymak olası. Mikro da denilen mücadele alanlarında bulunan her insan,
makro denilen politika alanına dahil birinden bunu duyar, kimse artık
mücadelenin ebadını belirleyen. Bu lafları farklı insanlardan duyabilirsiniz
ama tüm bu insanların ortak bir özelliği vardır. O da egemen olan ya da egemen
olandan yana olmasıdır. Büyük resme büyüklük meraklıları bakar. Büyüklükten
başkasını görme becerisi olmayan, işlevselciği elden bırakmamakla beraber
boyuta tutkunlar.
Makroiktidarların yok
edilebilmesinde mikroiktidar alanlarının ortadan kaldırılmasının canyakıcılığı,
yüzyılımızın küçük hikayelerin yüzyılı olduğu, otoriteryenliğin miadının
dolduğu, herkesin sözünün hakkının verildiği doğrudan temsiliyetli komünler. Hele
ne idiği belirsiz çok renklilik lafı. Bizim anarşist camiada da çok edilen
laftı, laftır bu ve elle tutulur bir yanı yoktur sonuçta.
Herkesin, her bireyin kendini
kendi gibi ifade edebildiği bir topluluk. Farklılıkların ayrışma ve kopma değil
birbirini dürten, dürttükçe kendi de değişen, hayatı da değiştiren atomize bir
yaşam biçimini oluşturması. Direnişe her bireyin biricikliğini koruyarak kendi
becerileri doğrultusunda katkısı olması. Her bireyin direniş etiği ile
ihtiyacını karşılayacak kadarını alması. Biz anarşistler herkesten yeteneğine,
herkese ihtiyacına göre deriz buna. Gezi diye herkesin altına imza attığı
şeyler değil miydi bunlar? Ne çok edildi bu laflar değil mi? Süslü laflar. Yerin
dibine batsın süslü laflar.
Şimdi bir tatavadır gidiyor.
Tatava yapmamalıymışız. Basmalıymışız, geçmeliymişiz. Bir anarşist olarak
sadece kendi adıma, kendi inisiyatifimle konuşurum (Bu lafı etmek zorunda
hissetmek bile ağır geliyor bana). Anarşist olmayan kimseye seçim konusunda
tatava yapmadım, yapmam da. Bizim aramızda kendiliğinden gelişen ve şekil alan
bir iletişim ve ilişki biçimimiz vardı. Gezide biz öncelikle bunu öğrendik.
Gerek forum çalışmalarında, gerek çapulcu alanlarında sürekli etiğim bir laf
var ve hala da arkasındayım o lafın. Bizim gezide öğrendiğimiz bir şey var,
birbirimize temas etme ve ilişkilenme biçimini öğrendik, daha doğrusu yeni bir
dil ve ilişki biçimini yarattık. Bunu nerelere götürebiliriz bilemiyorum. Bu
tek tek her bireyin elinde olan bir şey. Ama elimizde her birimizin kabulü olan
şeyler var ve kişisel olarak benim için ilişkilenmelerimizde alt sınır budur,
Gezidir. Daha azını kabul edemem. Hiçbirimizin inançlarının, düşüncelerinin,
duyarlılıklarının, kimliklerinin vs. yok sayılmadığı, kimsenin ötelenmediği bir
ilişki biçimi. Birbirini anlama ve özen gösterme üzerine kurulu bir
ilişkilenme. Oy vermemek benim için bir varlık sorunudur. Her anarşist buna
böyle bakmıyor olabilir ve bu ne benim ne de anarşizmin sorunudur. Bundan
anarşizmin doğrusunu benim bildiğim gibi bir önerme çıkarmaya da kalkmasın
kimse. E peki ne oldu Gezi’nin komünal ruhuna, birliktelik etiğine? Yok
sayıyorsunuz, öteliyorsunuz, terbiyesizlik yapıyorsunuz. İnandığım şeye tatava
diyorsunuz ve bundan utanmıyorsunuz. Yazıklar olsun. Durduğu yeri terk eden,
verdiği sözü yutan herkese yazıklar olsun. Oy vermemekle bir de katilden yana
olmakla itham ediliyoruz. Bravo. Buna nasıl bir cevap verilebilir bilemiyorum.
Ve korkunç olanın insanların bu terbiyesizlikleri yaparken söylediklerinin
yenir yutulur şeyler olmadığının farkında bile olmamaları. Oportünistlikte
sınır tanımayanlar bir de nerde kime oy verileceğini bile belirlemişler. Eksik
olmasınlar herkes için düşünmekten de geri kalmamışlar. Benim bildiğim bir şey
var, teslimiyetin sınırı yoktur. Teslim olmaya elini verirsin, kolun bacağın
artık senin değildir. Düşmanımın düşmanı dostum diye çıkılan yol kendi kendinin
düşmanı haline getirir seni.
Birbirini anlamak... Ne ağır ve
havalı laflar edildi. Ne anladık acaba? Benim kafam çok karışık. Güven denen
kokuşmuş kavramı hayatıma sokmaya hiç niyetim yok. Yaşadığım şey güven kaybıyla
da anlatılamaz zaten. Berelenen bir inanç daha çok yaşadığım sıkıntının sebebi.
Anlamaya çabalıyorum ve bu çaba beni hiç de hoş yerlere sürüklemiyor. Bunu
yapan daha neler yapabilir diyorum kendime. Ne yaptığını anlayamayacak halde
olan insan, anlamadan daha neler yapabilir? Birbirimizin yüzlerine bakacağız
daha bol bol. Bununla da yetinmeyeceğiz. Bu daha başlangıç değil miydi?
Varoluşuma tatava derken nasıl yürüyeceksin benle kardeşim? Başka bir dünya
mümkün. Yine süslü laflar. O dünyaya giden yol bu mu? Ben bu öteleyici kafada
başka bir dünya göremiyorum. O, bilindik, kokuşmuş bir dünya. Ben oraya gelmem.
O yola da dinamiti koyarım.
Pek çok sohbette söylediğimi
burada da tekrarlayayım. Temsili demokrasiye inanan insana diyecek lafım yok.
Geziyi sandığa sığdırmaya çalışan, birlikte direndiği insanları seçim hesapları
için öteleyip yok sayanlara lafım. Gezi ruhu denen şeye de ihanettir bu.
Kendinize gelin.