27 Mart 2014 Perşembe

tatava sensin ya da anladım ben seni





Bu kişisel bir yazıdır. Kişiseldir çünkü yapılan eleştirileri kişiliğime yapılmış bir saldırı olarak algılıyorum.

“Seni/sizi biz çok iyi anlıyoruz. Senin sorunların da bizim sorunlarımız. Büyük resmi gözden kaçırmamalısın(ız). Güçleri birleştirmek zamanı şimdi, gel bize katıl, düşmanımız/rakibimiz aynı. Dedim ya, sorunlarını senin kadar önemsiyorum. Romantikliğin zamanı değil. Biliyoruz duygusal insanlarsınız siz ama gerçekçi olmak lazım. Hayaller karın doyurmuyor. Her şeyin bir zamanı var, onların da zamanı gelecek ama biraz sabır şimdi.”

            Bu bir alıntı değil ama olabilirdi de. Pek çok insanın buna benzer bir konuşmaya maruz kaldığından hiç şüphem yok. Farklı konularda, farklı durumlarda buna benzer lafları duymak olası. Mikro da denilen mücadele alanlarında bulunan her insan, makro denilen politika alanına dahil birinden bunu duyar, kimse artık mücadelenin ebadını belirleyen. Bu lafları farklı insanlardan duyabilirsiniz ama tüm bu insanların ortak bir özelliği vardır. O da egemen olan ya da egemen olandan yana olmasıdır. Büyük resme büyüklük meraklıları bakar. Büyüklükten başkasını görme becerisi olmayan, işlevselciği elden bırakmamakla beraber boyuta tutkunlar.
Makroiktidarların yok edilebilmesinde mikroiktidar alanlarının ortadan kaldırılmasının canyakıcılığı, yüzyılımızın küçük hikayelerin yüzyılı olduğu, otoriteryenliğin miadının dolduğu, herkesin sözünün hakkının verildiği doğrudan temsiliyetli komünler. Hele ne idiği belirsiz çok renklilik lafı. Bizim anarşist camiada da çok edilen laftı, laftır bu ve elle tutulur bir yanı yoktur sonuçta.
Herkesin, her bireyin kendini kendi gibi ifade edebildiği bir topluluk. Farklılıkların ayrışma ve kopma değil birbirini dürten, dürttükçe kendi de değişen, hayatı da değiştiren atomize bir yaşam biçimini oluşturması. Direnişe her bireyin biricikliğini koruyarak kendi becerileri doğrultusunda katkısı olması. Her bireyin direniş etiği ile ihtiyacını karşılayacak kadarını alması. Biz anarşistler herkesten yeteneğine, herkese ihtiyacına göre deriz buna. Gezi diye herkesin altına imza attığı şeyler değil miydi bunlar? Ne çok edildi bu laflar değil mi? Süslü laflar. Yerin dibine batsın süslü laflar.
Şimdi bir tatavadır gidiyor. Tatava yapmamalıymışız. Basmalıymışız, geçmeliymişiz. Bir anarşist olarak sadece kendi adıma, kendi inisiyatifimle konuşurum (Bu lafı etmek zorunda hissetmek bile ağır geliyor bana). Anarşist olmayan kimseye seçim konusunda tatava yapmadım, yapmam da. Bizim aramızda kendiliğinden gelişen ve şekil alan bir iletişim ve ilişki biçimimiz vardı. Gezide biz öncelikle bunu öğrendik. Gerek forum çalışmalarında, gerek çapulcu alanlarında sürekli etiğim bir laf var ve hala da arkasındayım o lafın. Bizim gezide öğrendiğimiz bir şey var, birbirimize temas etme ve ilişkilenme biçimini öğrendik, daha doğrusu yeni bir dil ve ilişki biçimini yarattık. Bunu nerelere götürebiliriz bilemiyorum. Bu tek tek her bireyin elinde olan bir şey. Ama elimizde her birimizin kabulü olan şeyler var ve kişisel olarak benim için ilişkilenmelerimizde alt sınır budur, Gezidir. Daha azını kabul edemem. Hiçbirimizin inançlarının, düşüncelerinin, duyarlılıklarının, kimliklerinin vs. yok sayılmadığı, kimsenin ötelenmediği bir ilişki biçimi. Birbirini anlama ve özen gösterme üzerine kurulu bir ilişkilenme. Oy vermemek benim için bir varlık sorunudur. Her anarşist buna böyle bakmıyor olabilir ve bu ne benim ne de anarşizmin sorunudur. Bundan anarşizmin doğrusunu benim bildiğim gibi bir önerme çıkarmaya da kalkmasın kimse. E peki ne oldu Gezi’nin komünal ruhuna, birliktelik etiğine? Yok sayıyorsunuz, öteliyorsunuz, terbiyesizlik yapıyorsunuz. İnandığım şeye tatava diyorsunuz ve bundan utanmıyorsunuz. Yazıklar olsun. Durduğu yeri terk eden, verdiği sözü yutan herkese yazıklar olsun. Oy vermemekle bir de katilden yana olmakla itham ediliyoruz. Bravo. Buna nasıl bir cevap verilebilir bilemiyorum. Ve korkunç olanın insanların bu terbiyesizlikleri yaparken söylediklerinin yenir yutulur şeyler olmadığının farkında bile olmamaları. Oportünistlikte sınır tanımayanlar bir de nerde kime oy verileceğini bile belirlemişler. Eksik olmasınlar herkes için düşünmekten de geri kalmamışlar. Benim bildiğim bir şey var, teslimiyetin sınırı yoktur. Teslim olmaya elini verirsin, kolun bacağın artık senin değildir. Düşmanımın düşmanı dostum diye çıkılan yol kendi kendinin düşmanı haline getirir seni.
Birbirini anlamak... Ne ağır ve havalı laflar edildi. Ne anladık acaba? Benim kafam çok karışık. Güven denen kokuşmuş kavramı hayatıma sokmaya hiç niyetim yok. Yaşadığım şey güven kaybıyla da anlatılamaz zaten. Berelenen bir inanç daha çok yaşadığım sıkıntının sebebi. Anlamaya çabalıyorum ve bu çaba beni hiç de hoş yerlere sürüklemiyor. Bunu yapan daha neler yapabilir diyorum kendime. Ne yaptığını anlayamayacak halde olan insan, anlamadan daha neler yapabilir? Birbirimizin yüzlerine bakacağız daha bol bol. Bununla da yetinmeyeceğiz. Bu daha başlangıç değil miydi? Varoluşuma tatava derken nasıl yürüyeceksin benle kardeşim? Başka bir dünya mümkün. Yine süslü laflar. O dünyaya giden yol bu mu? Ben bu öteleyici kafada başka bir dünya göremiyorum. O, bilindik, kokuşmuş bir dünya. Ben oraya gelmem. O yola da dinamiti koyarım.
Pek çok sohbette söylediğimi burada da tekrarlayayım. Temsili demokrasiye inanan insana diyecek lafım yok. Geziyi sandığa sığdırmaya çalışan, birlikte direndiği insanları seçim hesapları için öteleyip yok sayanlara lafım. Gezi ruhu denen şeye de ihanettir bu. Kendinize gelin.