Ciklet
şiirlerinden oturaklı edebiyata, duvar yazısı haline gelmiş klişelerden en
şaşırtıcı alıntılara kadar aşkın özgürlükle olan ilişkisine dair bir şeyler
bulmak mümkün. Aşk nedir bilmiyorum ama çok keyif verici bir şey olduğundan
şüphem yok. Sadece kendi yaşadığım aşklar hakkında kendimce fikirlerim var. Bir
de çevremde dönen aşklar hakkında yine kendimce gözlediklerim. Ama aşkın kendi
başına özgürleştirici bir şey olduğuna dair sözün, şiirin kendinden isyankar
olduğu, sanat denen şeyin aydınlatıcı ya da yol gösterici olduğuna dair
söylenen süslü laflar kadar palavra bir laf olduğunu biliyorum. İlişkilerinde
köleleşen insanlar var. Ki bu köleleşme, elinde bir kırbaçla zulüm salan bir
efendinin var ettiği köleliği de benzemiyor. Gönüllü bir teslim oluş, bir
kendinden geçme hali. Kendini yok sayarak, kendinden nefret etme pahasına bir
insanı sevmek. Sevmek zaman zaman akla mantığa sığmaz bir hal alabiliyor tabii.
Gönlü düşmek diye bir söz var. Gönlüm düştü. Ne gelir elden? Voltairine de
Cleyre geliyor ama hemen aklıma. Beş para etmez adamlara aşık olmuş. Yoldaşları
aynı zamanda. Hiçbirimizinkinden daha aşağı değil aşkı. Ama adamın karşısına
dikilip, seni kendi özgürlüğümü yok sayarak sevemem diyebiliyor. Beraber
olamıyor. Özgürlüğe sınır çizmeyen birinin yapacağı şey işte. Özgürlük için
aşktan mı vazgeçiyor? Ne münasebet! Köleleştirmeyen, aksine özgürleştiren bir
aşka olan inanca ihanet etmek olurdu bu. Sadece aşka da değil, her türlü
özgürleştirici ilişkilenmeye ihanet olurdu köleleştirici bir ilişkiye razı
olmak.
Konuyu
aşktan he türlü ilişkiye/ilişkilenmeye taşımalı. Özgür bir ilişki üzerinde
düşüneceksek, öncelikle bir ilişkide özgür olanın nasıl tarif edildiğiyle
başlamak gerekiyor. Efendi köle ilişkisinin her halinin yokluğu tabii öncelikli
gereklilik. İktidarın yok sayıcılığı, şekle sokuculuğu, baskı altına alışı,
profesyonelleştiriciliği, kimlik sahibi yapması vb. sömürü araçlarının yokluğu
zaruridir. Her türlü iktidar ilişkisinden soyutlanmış bir ilişki özgür müdür?
Özgürlük ancak iktidarın olmadığı yerdedir ve iktidarın olmadığı yerde de
özgürlük vardır haliyle. Ama özgür olan şeyin bir anlamı daha var. Zorunluluk
ya da gereklilik demiyorum, çünkü koşul olmaktan farklı bir anlamı var peşinde
olduğum şeyin. Özgür olanın özgürleştirici olma gibi bir özelliği var. Özgür
ilişkiden bahsedildiği anda belki de asıl konuşulması gereken bu olmalı. Özgür
ilişki özgürleştiren ilişkidir, insanların sahip olduğu özgür alanları
birbirine terk ettiği bir ilişkilenme değil. Özgürleştirici olan her ilişkide
eksikliği kabul edilemeyecek olan da budur. Bir insanın özgürlüğünün başladığı
yerde bir başka insanın özgürlüğü biter safsatasına karşı, iki insanın
özgürlüklerinin karşılaştığı yerde özgürlük evrilir demenin de yeterli
olmadığını düşünüyorum. Birbirlerini özgürleştirebilme becerilerinin
geliştirildiği bir ilişkide özgürlüklerin karşılaşması diye bir durum
gerçekleşmez. Özgürlüğün çatışma içine girdiği noktada ona hükmetmek isteyen
bir iktidar vardır ya da o özgürlük hükmetme peşindedir. Bir özgürlük alanı bir
başkasının özgürlük alanı ile karşılaştığında ve ortaya bir özgürlük çatışması
çıktığında bu o özgür alanların en az birinin bir başkasının köleliği üzerine
kurulmuş olduğunu gösterir. Ve bir anarşist için özgürlüğün anlamında böyle bir
madde bulunmaz. Özgürlük ya da özgürleştirmek karşılıklı bir sözleşme ya da
birinin birine ikramıyla gerçekleşecek bir şey değildir. Bir kenarda hazır
bekleyen ve “işte burada olmuşu var” diyerek ortaya getirilecek bir şey de değildir
özgürlük. Özgürlük oluşturulması gereken bir haldir. İnsanlar birlikte, özgür
ve özgürleştirici bir ilişki içinde özgürleşirler. Kişilerin tek tek kendi
inisiyatifleriyle, farkındalıklarıyla, ahlaki kararlılıklarıyla ve
biriciklikleriyle oluşturdukları bir birliktelik özgürleştirici olabilir. Bir
başkasının acısını kendi acısı gibi hissetmekle, bir başkasının özgürlüğünün
olmadığı yerde kendi özgürlüğünün olamayacağını bilmek aynı yere bakar. O
baktığı yer de anarşi halidir. Özgürleştirici bir ilişkinin oluşturulmasında
gereken bir çaba var. Bu kendinin farkında, başkasının farkında, fark
edemediklerini fark etmeye açık olacak kadar temel bir farkındalığa sahip
olunmasını istiyor. Bu anarşi haline talip ahlaki tavır ve çaba da anarşizmin
var olmasının tek geçerli sebebi. Özgürlük çabası. Ben bu yüzden anarşistim.
Anarşizmin de başka bir amacı olduğuna inanmıyorum. Bundan sonrası
farkındalıkların çoğalmasıyla alakalı. Devlet, militarizm, cinsiyetçilik,
faşizm vs. bunların hepsi de özgürlüğün karşısına çıkan engeller. Ne biri
diğerinden daha önemli ne de daha öncelikli. Ne kadar özgürlüğe razı olmakla
alakalı bir şey bu. İnsanın ne kadar fazla şeyin özgürlüğe saldırı olduğunu
düşünmesiyle, özgürlüğü içselleştirebilme becerisi göstermesiyle alakalı. Birlikte
özgürleşmek ya da özgürleşebilmek için başkasının gerekliliği de burada
anlamını buluyor işte. İnsan farkındalıklarını ancak bir başka insanla
geliştirebilir. Tek başına olacak bir iş değil bu. Bir başka gözde kendini
görmeyen insan kendini ne kadar bilebilir ki?
Binlerce
yıldır varlığını devam ettiren bir efendi düzeni var. Ve hiçbir efendi zorunda
kalmadıkça tasmayı gevşetmemiş. O tasmanın sürekli takılı kalması için de
elinden ne geliyorsa ardına koymamış. Hiç kimse tek başına o tasmayı
çıkarabilecek kadar farkındalığını geliştiremez. Kaç milyar köle varsa bir o
kadar da farklı tasma var çünkü. O tasma ustasının elişi tanınabilir ama her
tasma da sahibi, yani köle tarafından geliştirilir. Efendinin tasması olmaz,
onun kölesi vardır. Üzeri binlerce yıldır işlenen tasma tüm süsü püsü ile her
birimizin farkındalıklarının ulaşamadığı yerler kadar güçlü. İktidar ilişkisini
küçümsememek gerekli. Zamanın ona
verdiği tecrübe dışında, varlığının devamı için çalışan çok güçlü mekanizmalara
da sahip. Ve her köle bu mekanizmanın bir parçası.
Tam da bunu
anlatan bir kavram var; mikroiktidar. Foucault uzun uzun anlatmış mikroiktidar
ile makroiktidarın ilişkisini. Mikroiktidar tam da tasmayı anlatıyor. Parayı,
silahı, yeraltı ve yerüstü kaynaklarını ve onları istediği şekilde kullanma
hakkını, toprağı, adaleti kısaca erki elinde bulunduran makroiktidar varlığını
garanti altına almak/yerini sağlamlaştırmak amacıyla bir de mikroiktidar
oluşturur. (En azından benim Foucault okumam ya da okuduklarımı ilişkilenmeler
üzerinde algılamam bu yönde) Bunu dünyanın toplamındaki paranın % 90 küsurunu
elinde tutan % 3-5’lik kısım ve görece daha az güce sahip % 10-15’lik bir kısım
olarak da görebilirsiniz, çok büyük bir şirket ve onun altında daha ufak
oranlarda paylara sahip olan ve üstündeki şirketi zenginleştiren daha küçük
şirketler olarak da görebilirsiniz. Yanlış bir düşünce de değildir bu. Ama
iktidar denen kavramın tam olarak yaşamımızın hangi alanlarında hakim olduğu
üzerine samimi bir düşünce mesaisi bir önceki düşüncenin yetersiz, hatta
kendini gariban kurban yerine koyma cingözlülüğüyle pek de dürüstçe olmayan bir
kaçış olduğu görülür. Binlerce yıldır varlığını devam ettirmekle beraber,
iktidara karşı çok ciddi saldırılar, ayaklanmalar, devrimler de gerçekleşti.
Hafıza kölelerde efendilerde olduğu kadar güçlü değil ne yazık ki. İlişki
biçimi temelde değişmemiş olsa da iktidar maruz kaldığı saldırılardan şeklini
değiştirerek çıkar. Tasmayı gevşetip sıkmak da bunu anlatıyor.
Hobbes
devletin iktidarını baki kılabilmesi için iki yöntem önermiş. Birisi korku.
Sadece korkutarak insanların isyan etmesini engelleyemeyeceğini bildiği için
devlete ikinci öneri olarak umudu sunar. İnsanlara sınıf atlayabilecekleri,
statülerini yükseltebilecekleri, daha refah içinde yaşayabileceklerine dair bir
umut da verebilmeli devlet der. Korku sizi altta tutar ama umut aynı zamanda
işbirlikçi yapar. Umut korkudan daha aşağılık bir silahtır. Kamçı yerine
uyuşturucu. Hala iktidar aracı olarak etkisi yok sayılamasa da bu yöntemin çok
da işe yaramadığı, yetersiz kaldığı görüldü haliyle. Ama iktidarın kılık
değiştirme konusundaki yeteneği de şaşılmayacak gibi değil. Padişahların,
kralların, imparatorların tekli egemenliği yok artık. Hala olan birkaç yerde de
sadece kendi başlarına yönetmelerine izin verilmiyor. Artık iktidarın
paylaşıldığı bir dünyadayız, köleler işbirlikçilikten suç ortaklığına terfi
etti. Tepki gösterilebilir efendiye, bağırılıp çağırılabilinir, tahta yeni
birini bile oturtabilirler köleler hatta egemen kapitalizm ikna olursa adına devrim
dediği bir şey yapılmasına bile izin verebilir, vermek ne kelime en şahını
yapar. Önemli olan iktidarın devamıdır. İktidar ilişkilerinin kaybolmadığı
yerde sömürü için kullanılan mekanizma en fazla geçici bir süre elden çıkar.
Dükkan kapanmadıktan sonra kurnaz tüccar bir şekilde işi bağlamayı becerir.
Uzlaşılması gereken iş ortakları değişebilir ama mekanizma zarar görmez. Efendi
köle ilişkisi bir toplumda her bireye kadar dağıtılırsa efendilik yerini sağlama
alır. Kırbacın el değiştirmesi bir köle için ne kadar değişiklik yaratabilir
ki?
Mikroiktidar
kavramının gündelik hayatımızdaki izlerini kovalamak, farkındalığın olmazsa
olmazı. Köleleri zincir altında tutmanın en kolay yolu kölelerin aralarındaki
ilişkileri belirlemekten geçer. Her köleye belli bir anda ve durumda efendi
olduğunu hissettirmeye çalışır bu ilişki biçimi. Erkek ve kadın ilişkileri
mesela. Erkekegemen toplumların –ki olmayanı kalmadı- bir numaralı tasma
süsüdür bu. Bir taşla iki kuş. Erkek, kadının efendiliğine soyunduğunda kendi
cinsiyeti ve cinselliği hakkında cahilleşirken bir yandan kadının köleliğini
pekiştirir bir yandan da kendi tasmasına yapışarak köleliğini sürdürür. Aynen
beyaz efendinin siyah kölelere yaptığı gibi. Bazı siyah kölelere sorumluluk ve
ellerine kırbaç vererek nasıl canavar işkenceci kölebaşları yaratmışlardır.
İktidar oluşturabilecek şeyleri çeşitlendirmek ve olabildiğince genele
yayabilmek etkiyi büyütür. İktidarın başarısı bu etkiyi yayabildiği alanın
büyüklüğüyle ölçülür. Eğitimli olmak, akıllı olmak, yetenekli olmak, güzel ya
da yakışıklı olmak, beyaz olmak, daha beyaz olmak, belirli bir sınıf ya da
statünün parçası olmak, erkek olmak, kadın olmak, saygın bir mesleğe sahip
olmak, yaşlı olmak, genç olmak vs. vs. Hemen hemen herkesin sözüm ona bir
‘artı’sı vardır. Ve her ‘artı’ bir matematik hesabının parçası haline getirir
bireyi. Ve her birey bu özelliğiyle istatistik nesnesi olmayı kabul ederek
iktidar ilişkisinin bir parçası olur. Ağza sürülen bir parmak bal, sus payı,
kişiyi suç ortağı haline getirir. İktidar ilişkisinin bir parçası haline gelen
köle, iktidara nasıl başkaldırabilir ki? Kaldırsa bile bir parçasını hala
içinde taşırken onu tamamen nasıl yok edebilir ki?
Mülksüzler’de
Ursula’nın devrim yapamazsınız ancak devrim olabilirsiniz dediği nokta da bu
bence. Ya da Gustav Launder’in devletin bir ilişki biçimi olduğu ve onu
yıkabilmek için de başka türlü bir ilişki biçimi yaratmak gerekir demesi gibi.
Ve aynı şekilde Malatesta’nın asıl sorun anarşizm değil, asıl sorun,
insanların, kadınların ve erkeklerin, binlerce yılın kendilerine aşılamış
oldukları sürü güdülerinden ve alışkanlıklarından kurtulmaları, özgürce
düşünmeyi ve hareket etmeyi öğrenmeleri. Ve, anarşistlerin kendilerini
özellikle adamaları gereken en büyük uğraş da bu ahlaki özgürleşme olmalı
demesi de. Hiçbirimiz diğerinden daha önemli ya da özel değiliz. Eşit
olmayabiliriz. Kimse kimseye benzemek zorunda değil. Belirlenmiş saçma bir
standartta tutulamaz insan. Zaten anarşi eşitsizlerin eşitliği. “Herkesten
yeteneğine göre, herkese ihtiyacına göre”.
Sahip
olduğumuzun artık tamamen bir parçamız haline geldiğini göz ardı etmiyorum
tabii. İktidar ilişkilerinden tamamen kurtulmuş, vaat edilmiş bir anarşist yok.
Yıllarca bizi biz yapan sandığımız, kimlik haline getirip kabullendiğimiz,
kendimizi sadece o şekilde varedebileceğimize ikna olduğumuz bir kabuk haline
gelmiş tasmalarımız. Özgürlük korkusu denilen şey de biraz bu. Ama aynı yerde
devrim olma ihtimali ya da seçeneği de var. Temas ederek, anlayarak, anlatarak,
ikna ederek, ikna olarak farkındalıklarımızı geliştirmek, devleti alaşağı etmek
sadece bir zaman sorunu. Ve bahsettiğim zaman sistematiğin ve iktidarın bir
biçimi olan sayılabilir bir saat hesabı değil. Devrim olma ve anarşi halinin,
özgürlükçü anın oluşu için geçen süre. Şu an devam eden hal. Evet, yıkmak
yaratıcı bir dürtü. Bir öncelik-sonralık durumu kesinlikle yok çünkü bitimsiz
bir an bahsi geçen ama bir anarşist kendini yıkmaya bir an önce başlamalıdır.
Kendi duvarlarını başka balyozlar olmadan da yıkamaz.
Her
anarşistin devrimciliği sahip olduğu mikroiktidarla sınanır. Bir anarşistin
iktidarla karşı karşıya kaldığı an sadece onun baskısına maruz kaldığı an
değildir. Baskı ve zulüm sınav değildir. Bunun bir sınav olduğuna inanmak, adanmışlık
ve feda gibi özgürlükçülüğü teslim eden ve bu özelliğiyle teslimiyetçi olan ve
anarşist anlamıyla karşıdevrimci bir düşünce olur. Bu dediğim devletin
kırbacını gördüğü yerde kaçmayı da anlatmaz. İktidarla asıl temas onun
içimize/içimizdekine dokunduğu andadır. Bize iktidardan pay verdiği, bizim
payımıza düşen/bahşedilen mikroiktidarın kapitalist bir ilişkiye dönme anıdır
sınanma. İktidarını paylaşan efendi önünde sonunda eteğini öptürür.
İktidarından vazgeçmeyen kölenin ayaklara kapanmaktan başka yolu da yok. Etek
öpen bir anarşist ise komedi malzemesi olmaktan başka bir işe yaramaz. Devrimci
oluş istatistiksel anlamda değersiz olmaktır.
İktidarın
her türlüsü; minisi, midisi, maksisi bir anarşist ağzında her daim
lanetlenmeyle anılır. Pek hoştur bu lanet, denecek bir şey yok. Kimsenin
anarşistliğine de denecek bir şey yok. Anarşist olmayı mücadeleli bir yol
olarak görmek diye bir şey de yok. Malatesta, “Anarşizm, kaynağında,
özlemlerinde ve kendi mücadele yöntemlerinde herhangi bir felsefi sistemle bağlantılanmak
zorunda değildir. Anarşizm sosyal adaletsizliğe karşı bir başkaldırı olarak
doğmuştur. Yaşamaya mecbur kaldığı sosyal atmosferde boğulduğunu hisseden, bir
başkasının acısını kendisininmiş gibi duyan, insanın ızdırabının büyük kısmının
doğanın çetinliğinin ve doğaüstü kanunların kaçınılmaz sonucu olmadığını, bunun
yerine insan çabasıyla ortadan kaldırılabilecek sosyal gerçeklerden
kaynaklandığına ikna olan insan için anarşizme giden yol açılmış demektir”
diyor. Ne kadar basit ve net bir şekilde anlatmış yoldaş. Sözünün devamında
anarşist mücadelede kullanılacak araçların da doğru bir şekilde tespit
edilmesinin ne kadar önemli olduğunu vurgular. ‘Anarşizme giden yol’ nasıl
temel bir farkındalık ve ahlaksal bir tavır almayla açılıyorsa, o yoldaki yolculuk
da belli farkındalıkların gelişmesiyle olabiliyor. Yolculuk pek çoğumuzun
sevdiği bir metafor olmakla beraber bazı açıklamalara mecbur da hissettiriyor
beni. İlk olarak düz bir çizgi halinde belirlenmiş bir yolda ileri doğru bir
hareketi anlatmıyor. Başlangıç ve bitiş noktası belli, yol üstündeki uğrakların
ve manzaraların bilindiği bir turistik gezi ya da hac yolculuğu değil bu. Her
metresinde belli sınavların ve aşamaların olduğu, sonunda beklenen zafere
ulaşan bir noktaya sahip bir gidiş de değil. Bazen ileri giderek bazen de geri
dönerek, bazen kesişen bazen de yan yana giden yollara da girerek, kimi zaman
sadece dinlenerek/dinleyerek yapılan bir yolculuk bu. İnsanın kendi başına
çıkması gereken ama yalnız yapılamayacak bir yolculuk aynı zamanda. Bitirmek
için çıkılmayan, muhtemelen hiç bitmeyecek bir yolculuk. Bir anarşist için
anarşistliğini ilerletmek değil belki ama anarşi haline, anarşi anına daha
fazla dahil olmak için gerekli bir yolculuktan bahsediyorum. İktidarın
bedenlerimiz ve düşüncelerimize sızan, her birimizi iktidarın bir parçası
(işbirlikçisi-suç ortağı) haline getiren o mikrobu doğru anlayabilmek için çaba
göstermekten bahsediyorum. Sadece lanetlediğimizle kalmamak için bizlere
bulaşan parçalarından da kurtulmamız gerekiyor.
İktidarı
sadece gri devlet binaları, tek tip kılıklarıyla kolluk kuvvetleri, aynı
sebeple inşa edilmiş okul, hapishane ve akıl hastanesi şeklinde görmek en makul
haliyle çiğ ama sonuçta samimiyetsiz ve ahlaksız bir tavırdır. Madem iktidar
kendini kölelerin ilişkilerinde var ediyor, özgürlüğe niyetlenmiş bir kölenin
de öncelikli görevi bu ilişki biçimlerini yıkmaktır. Liberal ilişkilenmeler
bugün önümüzdeki en büyük engel. Alış veriş kültürü sadece market ya da
mağazalarda geçerli değil. Çıkarcı, hesapçı, insan seçen ve elitist her ilişki
biçimi de aynı şekilde liberaldir. Oysa anarşinin kabul edebileceği tek ilişki
biçimi devrimci olandır. Adil, dönüşen, değişen ve değiştiren, etkileyen ve
etkilenen, hesabın ve saf tutmanın olmadığı, özgürleştirici, dayatmacı olmayan,
var olan ve dayatılan liberal ilişkilenmeyi kırmaya yönelik dayanışmacı,
projelendirilmiş bir hedef doğrultusunda yapılandırma amaçlı olmayan, aksine
birlikte şekillenen kolektif bir ilişkilenmedir devrimci olan. Özgür ilişkiyi
oluşturabilen her topluluk (aşkın oluşturduğu da dahil) kendi formunu var
edebilir ancak. Hiçbir form kendi başına anarşist değildir. Otonomizmin,
kolektivizmin, komüncülüğün, federasyonculuğun, sovyetiğin ya da komünizmin,
sendikalizmin ve bireyciliğin hiçbir önemi yoktur. Temelde kendi başına
özgürleştirici olduğuna inanarak bir çatı haline getirilmiş her yapı yukardan
aşağı dayatmayı getirir. Anarşizme dair her türlü örgütlenme ve mücadele biçimi
sadece ona niyetlenen özgür bireylerin kendi inisiyatifleri ile yapılır ve onların
ihtiyaçları, özlemleri, koşulları ve pratikleriyle alakalıdır.