25 Ağustos 2012 Cumartesi

Özgür bir ilişki anarşist için ne anlama gelir?




            Ciklet şiirlerinden oturaklı edebiyata, duvar yazısı haline gelmiş klişelerden en şaşırtıcı alıntılara kadar aşkın özgürlükle olan ilişkisine dair bir şeyler bulmak mümkün. Aşk nedir bilmiyorum ama çok keyif verici bir şey olduğundan şüphem yok. Sadece kendi yaşadığım aşklar hakkında kendimce fikirlerim var. Bir de çevremde dönen aşklar hakkında yine kendimce gözlediklerim. Ama aşkın kendi başına özgürleştirici bir şey olduğuna dair sözün, şiirin kendinden isyankar olduğu, sanat denen şeyin aydınlatıcı ya da yol gösterici olduğuna dair söylenen süslü laflar kadar palavra bir laf olduğunu biliyorum. İlişkilerinde köleleşen insanlar var. Ki bu köleleşme, elinde bir kırbaçla zulüm salan bir efendinin var ettiği köleliği de benzemiyor. Gönüllü bir teslim oluş, bir kendinden geçme hali. Kendini yok sayarak, kendinden nefret etme pahasına bir insanı sevmek. Sevmek zaman zaman akla mantığa sığmaz bir hal alabiliyor tabii. Gönlü düşmek diye bir söz var. Gönlüm düştü. Ne gelir elden? Voltairine de Cleyre geliyor ama hemen aklıma. Beş para etmez adamlara aşık olmuş. Yoldaşları aynı zamanda. Hiçbirimizinkinden daha aşağı değil aşkı. Ama adamın karşısına dikilip, seni kendi özgürlüğümü yok sayarak sevemem diyebiliyor. Beraber olamıyor. Özgürlüğe sınır çizmeyen birinin yapacağı şey işte. Özgürlük için aşktan mı vazgeçiyor? Ne münasebet! Köleleştirmeyen, aksine özgürleştiren bir aşka olan inanca ihanet etmek olurdu bu. Sadece aşka da değil, her türlü özgürleştirici ilişkilenmeye ihanet olurdu köleleştirici bir ilişkiye razı olmak.

            Konuyu aşktan he türlü ilişkiye/ilişkilenmeye taşımalı. Özgür bir ilişki üzerinde düşüneceksek, öncelikle bir ilişkide özgür olanın nasıl tarif edildiğiyle başlamak gerekiyor. Efendi köle ilişkisinin her halinin yokluğu tabii öncelikli gereklilik. İktidarın yok sayıcılığı, şekle sokuculuğu, baskı altına alışı, profesyonelleştiriciliği, kimlik sahibi yapması vb. sömürü araçlarının yokluğu zaruridir. Her türlü iktidar ilişkisinden soyutlanmış bir ilişki özgür müdür? Özgürlük ancak iktidarın olmadığı yerdedir ve iktidarın olmadığı yerde de özgürlük vardır haliyle. Ama özgür olan şeyin bir anlamı daha var. Zorunluluk ya da gereklilik demiyorum, çünkü koşul olmaktan farklı bir anlamı var peşinde olduğum şeyin. Özgür olanın özgürleştirici olma gibi bir özelliği var. Özgür ilişkiden bahsedildiği anda belki de asıl konuşulması gereken bu olmalı. Özgür ilişki özgürleştiren ilişkidir, insanların sahip olduğu özgür alanları birbirine terk ettiği bir ilişkilenme değil. Özgürleştirici olan her ilişkide eksikliği kabul edilemeyecek olan da budur. Bir insanın özgürlüğünün başladığı yerde bir başka insanın özgürlüğü biter safsatasına karşı, iki insanın özgürlüklerinin karşılaştığı yerde özgürlük evrilir demenin de yeterli olmadığını düşünüyorum. Birbirlerini özgürleştirebilme becerilerinin geliştirildiği bir ilişkide özgürlüklerin karşılaşması diye bir durum gerçekleşmez. Özgürlüğün çatışma içine girdiği noktada ona hükmetmek isteyen bir iktidar vardır ya da o özgürlük hükmetme peşindedir. Bir özgürlük alanı bir başkasının özgürlük alanı ile karşılaştığında ve ortaya bir özgürlük çatışması çıktığında bu o özgür alanların en az birinin bir başkasının köleliği üzerine kurulmuş olduğunu gösterir. Ve bir anarşist için özgürlüğün anlamında böyle bir madde bulunmaz. Özgürlük ya da özgürleştirmek karşılıklı bir sözleşme ya da birinin birine ikramıyla gerçekleşecek bir şey değildir. Bir kenarda hazır bekleyen ve “işte burada olmuşu var” diyerek ortaya getirilecek bir şey de değildir özgürlük. Özgürlük oluşturulması gereken bir haldir. İnsanlar birlikte, özgür ve özgürleştirici bir ilişki içinde özgürleşirler. Kişilerin tek tek kendi inisiyatifleriyle, farkındalıklarıyla, ahlaki kararlılıklarıyla ve biriciklikleriyle oluşturdukları bir birliktelik özgürleştirici olabilir. Bir başkasının acısını kendi acısı gibi hissetmekle, bir başkasının özgürlüğünün olmadığı yerde kendi özgürlüğünün olamayacağını bilmek aynı yere bakar. O baktığı yer de anarşi halidir. Özgürleştirici bir ilişkinin oluşturulmasında gereken bir çaba var. Bu kendinin farkında, başkasının farkında, fark edemediklerini fark etmeye açık olacak kadar temel bir farkındalığa sahip olunmasını istiyor. Bu anarşi haline talip ahlaki tavır ve çaba da anarşizmin var olmasının tek geçerli sebebi. Özgürlük çabası. Ben bu yüzden anarşistim. Anarşizmin de başka bir amacı olduğuna inanmıyorum. Bundan sonrası farkındalıkların çoğalmasıyla alakalı. Devlet, militarizm, cinsiyetçilik, faşizm vs. bunların hepsi de özgürlüğün karşısına çıkan engeller. Ne biri diğerinden daha önemli ne de daha öncelikli. Ne kadar özgürlüğe razı olmakla alakalı bir şey bu. İnsanın ne kadar fazla şeyin özgürlüğe saldırı olduğunu düşünmesiyle, özgürlüğü içselleştirebilme becerisi göstermesiyle alakalı. Birlikte özgürleşmek ya da özgürleşebilmek için başkasının gerekliliği de burada anlamını buluyor işte. İnsan farkındalıklarını ancak bir başka insanla geliştirebilir. Tek başına olacak bir iş değil bu. Bir başka gözde kendini görmeyen insan kendini ne kadar bilebilir ki?

            Binlerce yıldır varlığını devam ettiren bir efendi düzeni var. Ve hiçbir efendi zorunda kalmadıkça tasmayı gevşetmemiş. O tasmanın sürekli takılı kalması için de elinden ne geliyorsa ardına koymamış. Hiç kimse tek başına o tasmayı çıkarabilecek kadar farkındalığını geliştiremez. Kaç milyar köle varsa bir o kadar da farklı tasma var çünkü. O tasma ustasının elişi tanınabilir ama her tasma da sahibi, yani köle tarafından geliştirilir. Efendinin tasması olmaz, onun kölesi vardır. Üzeri binlerce yıldır işlenen tasma tüm süsü püsü ile her birimizin farkındalıklarının ulaşamadığı yerler kadar güçlü. İktidar ilişkisini küçümsememek gerekli.  Zamanın ona verdiği tecrübe dışında, varlığının devamı için çalışan çok güçlü mekanizmalara da sahip. Ve her köle bu mekanizmanın bir parçası.

            Tam da bunu anlatan bir kavram var; mikroiktidar. Foucault uzun uzun anlatmış mikroiktidar ile makroiktidarın ilişkisini. Mikroiktidar tam da tasmayı anlatıyor. Parayı, silahı, yeraltı ve yerüstü kaynaklarını ve onları istediği şekilde kullanma hakkını, toprağı, adaleti kısaca erki elinde bulunduran makroiktidar varlığını garanti altına almak/yerini sağlamlaştırmak amacıyla bir de mikroiktidar oluşturur. (En azından benim Foucault okumam ya da okuduklarımı ilişkilenmeler üzerinde algılamam bu yönde) Bunu dünyanın toplamındaki paranın % 90 küsurunu elinde tutan % 3-5’lik kısım ve görece daha az güce sahip % 10-15’lik bir kısım olarak da görebilirsiniz, çok büyük bir şirket ve onun altında daha ufak oranlarda paylara sahip olan ve üstündeki şirketi zenginleştiren daha küçük şirketler olarak da görebilirsiniz. Yanlış bir düşünce de değildir bu. Ama iktidar denen kavramın tam olarak yaşamımızın hangi alanlarında hakim olduğu üzerine samimi bir düşünce mesaisi bir önceki düşüncenin yetersiz, hatta kendini gariban kurban yerine koyma cingözlülüğüyle pek de dürüstçe olmayan bir kaçış olduğu görülür. Binlerce yıldır varlığını devam ettirmekle beraber, iktidara karşı çok ciddi saldırılar, ayaklanmalar, devrimler de gerçekleşti. Hafıza kölelerde efendilerde olduğu kadar güçlü değil ne yazık ki. İlişki biçimi temelde değişmemiş olsa da iktidar maruz kaldığı saldırılardan şeklini değiştirerek çıkar. Tasmayı gevşetip sıkmak da bunu anlatıyor.

            Hobbes devletin iktidarını baki kılabilmesi için iki yöntem önermiş. Birisi korku. Sadece korkutarak insanların isyan etmesini engelleyemeyeceğini bildiği için devlete ikinci öneri olarak umudu sunar. İnsanlara sınıf atlayabilecekleri, statülerini yükseltebilecekleri, daha refah içinde yaşayabileceklerine dair bir umut da verebilmeli devlet der. Korku sizi altta tutar ama umut aynı zamanda işbirlikçi yapar. Umut korkudan daha aşağılık bir silahtır. Kamçı yerine uyuşturucu. Hala iktidar aracı olarak etkisi yok sayılamasa da bu yöntemin çok da işe yaramadığı, yetersiz kaldığı görüldü haliyle. Ama iktidarın kılık değiştirme konusundaki yeteneği de şaşılmayacak gibi değil. Padişahların, kralların, imparatorların tekli egemenliği yok artık. Hala olan birkaç yerde de sadece kendi başlarına yönetmelerine izin verilmiyor. Artık iktidarın paylaşıldığı bir dünyadayız, köleler işbirlikçilikten suç ortaklığına terfi etti. Tepki gösterilebilir efendiye, bağırılıp çağırılabilinir, tahta yeni birini bile oturtabilirler köleler hatta egemen kapitalizm ikna olursa adına devrim dediği bir şey yapılmasına bile izin verebilir, vermek ne kelime en şahını yapar. Önemli olan iktidarın devamıdır. İktidar ilişkilerinin kaybolmadığı yerde sömürü için kullanılan mekanizma en fazla geçici bir süre elden çıkar. Dükkan kapanmadıktan sonra kurnaz tüccar bir şekilde işi bağlamayı becerir. Uzlaşılması gereken iş ortakları değişebilir ama mekanizma zarar görmez. Efendi köle ilişkisi bir toplumda her bireye kadar dağıtılırsa efendilik yerini sağlama alır. Kırbacın el değiştirmesi bir köle için ne kadar değişiklik yaratabilir ki?

            Mikroiktidar kavramının gündelik hayatımızdaki izlerini kovalamak, farkındalığın olmazsa olmazı. Köleleri zincir altında tutmanın en kolay yolu kölelerin aralarındaki ilişkileri belirlemekten geçer. Her köleye belli bir anda ve durumda efendi olduğunu hissettirmeye çalışır bu ilişki biçimi. Erkek ve kadın ilişkileri mesela. Erkekegemen toplumların –ki olmayanı kalmadı- bir numaralı tasma süsüdür bu. Bir taşla iki kuş. Erkek, kadının efendiliğine soyunduğunda kendi cinsiyeti ve cinselliği hakkında cahilleşirken bir yandan kadının köleliğini pekiştirir bir yandan da kendi tasmasına yapışarak köleliğini sürdürür. Aynen beyaz efendinin siyah kölelere yaptığı gibi. Bazı siyah kölelere sorumluluk ve ellerine kırbaç vererek nasıl canavar işkenceci kölebaşları yaratmışlardır. İktidar oluşturabilecek şeyleri çeşitlendirmek ve olabildiğince genele yayabilmek etkiyi büyütür. İktidarın başarısı bu etkiyi yayabildiği alanın büyüklüğüyle ölçülür. Eğitimli olmak, akıllı olmak, yetenekli olmak, güzel ya da yakışıklı olmak, beyaz olmak, daha beyaz olmak, belirli bir sınıf ya da statünün parçası olmak, erkek olmak, kadın olmak, saygın bir mesleğe sahip olmak, yaşlı olmak, genç olmak vs. vs. Hemen hemen herkesin sözüm ona bir ‘artı’sı vardır. Ve her ‘artı’ bir matematik hesabının parçası haline getirir bireyi. Ve her birey bu özelliğiyle istatistik nesnesi olmayı kabul ederek iktidar ilişkisinin bir parçası olur. Ağza sürülen bir parmak bal, sus payı, kişiyi suç ortağı haline getirir. İktidar ilişkisinin bir parçası haline gelen köle, iktidara nasıl başkaldırabilir ki? Kaldırsa bile bir parçasını hala içinde taşırken onu tamamen nasıl yok edebilir ki?

            Mülksüzler’de Ursula’nın devrim yapamazsınız ancak devrim olabilirsiniz dediği nokta da bu bence. Ya da Gustav Launder’in devletin bir ilişki biçimi olduğu ve onu yıkabilmek için de başka türlü bir ilişki biçimi yaratmak gerekir demesi gibi. Ve aynı şekilde Malatesta’nın asıl sorun anarşizm değil, asıl sorun, insanların, kadınların ve erkeklerin, binlerce yılın kendilerine aşılamış oldukları sürü güdülerinden ve alışkanlıklarından kurtulmaları, özgürce düşünmeyi ve hareket etmeyi öğrenmeleri. Ve, anarşistlerin kendilerini özellikle adamaları gereken en büyük uğraş da bu ahlaki özgürleşme olmalı demesi de. Hiçbirimiz diğerinden daha önemli ya da özel değiliz. Eşit olmayabiliriz. Kimse kimseye benzemek zorunda değil. Belirlenmiş saçma bir standartta tutulamaz insan. Zaten anarşi eşitsizlerin eşitliği. “Herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacına göre”.

            Sahip olduğumuzun artık tamamen bir parçamız haline geldiğini göz ardı etmiyorum tabii. İktidar ilişkilerinden tamamen kurtulmuş, vaat edilmiş bir anarşist yok. Yıllarca bizi biz yapan sandığımız, kimlik haline getirip kabullendiğimiz, kendimizi sadece o şekilde varedebileceğimize ikna olduğumuz bir kabuk haline gelmiş tasmalarımız. Özgürlük korkusu denilen şey de biraz bu. Ama aynı yerde devrim olma ihtimali ya da seçeneği de var. Temas ederek, anlayarak, anlatarak, ikna ederek, ikna olarak farkındalıklarımızı geliştirmek, devleti alaşağı etmek sadece bir zaman sorunu. Ve bahsettiğim zaman sistematiğin ve iktidarın bir biçimi olan sayılabilir bir saat hesabı değil. Devrim olma ve anarşi halinin, özgürlükçü anın oluşu için geçen süre. Şu an devam eden hal. Evet, yıkmak yaratıcı bir dürtü. Bir öncelik-sonralık durumu kesinlikle yok çünkü bitimsiz bir an bahsi geçen ama bir anarşist kendini yıkmaya bir an önce başlamalıdır. Kendi duvarlarını başka balyozlar olmadan da yıkamaz.

            Her anarşistin devrimciliği sahip olduğu mikroiktidarla sınanır. Bir anarşistin iktidarla karşı karşıya kaldığı an sadece onun baskısına maruz kaldığı an değildir. Baskı ve zulüm sınav değildir. Bunun bir sınav olduğuna inanmak, adanmışlık ve feda gibi özgürlükçülüğü teslim eden ve bu özelliğiyle teslimiyetçi olan ve anarşist anlamıyla karşıdevrimci bir düşünce olur. Bu dediğim devletin kırbacını gördüğü yerde kaçmayı da anlatmaz. İktidarla asıl temas onun içimize/içimizdekine dokunduğu andadır. Bize iktidardan pay verdiği, bizim payımıza düşen/bahşedilen mikroiktidarın kapitalist bir ilişkiye dönme anıdır sınanma. İktidarını paylaşan efendi önünde sonunda eteğini öptürür. İktidarından vazgeçmeyen kölenin ayaklara kapanmaktan başka yolu da yok. Etek öpen bir anarşist ise komedi malzemesi olmaktan başka bir işe yaramaz. Devrimci oluş istatistiksel anlamda değersiz olmaktır.

            İktidarın her türlüsü; minisi, midisi, maksisi bir anarşist ağzında her daim lanetlenmeyle anılır. Pek hoştur bu lanet, denecek bir şey yok. Kimsenin anarşistliğine de denecek bir şey yok. Anarşist olmayı mücadeleli bir yol olarak görmek diye bir şey de yok. Malatesta, “Anarşizm, kaynağında, özlemlerinde ve kendi mücadele yöntemlerinde herhangi bir felsefi sistemle bağlantılanmak zorunda değildir. Anarşizm sosyal adaletsizliğe karşı bir başkaldırı olarak doğmuştur. Yaşamaya mecbur kaldığı sosyal atmosferde boğulduğunu hisseden, bir başkasının acısını kendisininmiş gibi duyan, insanın ızdırabının büyük kısmının doğanın çetinliğinin ve doğaüstü kanunların kaçınılmaz sonucu olmadığını, bunun yerine insan çabasıyla ortadan kaldırılabilecek sosyal gerçeklerden kaynaklandığına ikna olan insan için anarşizme giden yol açılmış demektir” diyor. Ne kadar basit ve net bir şekilde anlatmış yoldaş. Sözünün devamında anarşist mücadelede kullanılacak araçların da doğru bir şekilde tespit edilmesinin ne kadar önemli olduğunu vurgular. ‘Anarşizme giden yol’ nasıl temel bir farkındalık ve ahlaksal bir tavır almayla açılıyorsa, o yoldaki yolculuk da belli farkındalıkların gelişmesiyle olabiliyor. Yolculuk pek çoğumuzun sevdiği bir metafor olmakla beraber bazı açıklamalara mecbur da hissettiriyor beni. İlk olarak düz bir çizgi halinde belirlenmiş bir yolda ileri doğru bir hareketi anlatmıyor. Başlangıç ve bitiş noktası belli, yol üstündeki uğrakların ve manzaraların bilindiği bir turistik gezi ya da hac yolculuğu değil bu. Her metresinde belli sınavların ve aşamaların olduğu, sonunda beklenen zafere ulaşan bir noktaya sahip bir gidiş de değil. Bazen ileri giderek bazen de geri dönerek, bazen kesişen bazen de yan yana giden yollara da girerek, kimi zaman sadece dinlenerek/dinleyerek yapılan bir yolculuk bu. İnsanın kendi başına çıkması gereken ama yalnız yapılamayacak bir yolculuk aynı zamanda. Bitirmek için çıkılmayan, muhtemelen hiç bitmeyecek bir yolculuk. Bir anarşist için anarşistliğini ilerletmek değil belki ama anarşi haline, anarşi anına daha fazla dahil olmak için gerekli bir yolculuktan bahsediyorum. İktidarın bedenlerimiz ve düşüncelerimize sızan, her birimizi iktidarın bir parçası (işbirlikçisi-suç ortağı) haline getiren o mikrobu doğru anlayabilmek için çaba göstermekten bahsediyorum. Sadece lanetlediğimizle kalmamak için bizlere bulaşan parçalarından da kurtulmamız gerekiyor.

            İktidarı sadece gri devlet binaları, tek tip kılıklarıyla kolluk kuvvetleri, aynı sebeple inşa edilmiş okul, hapishane ve akıl hastanesi şeklinde görmek en makul haliyle çiğ ama sonuçta samimiyetsiz ve ahlaksız bir tavırdır. Madem iktidar kendini kölelerin ilişkilerinde var ediyor, özgürlüğe niyetlenmiş bir kölenin de öncelikli görevi bu ilişki biçimlerini yıkmaktır. Liberal ilişkilenmeler bugün önümüzdeki en büyük engel. Alış veriş kültürü sadece market ya da mağazalarda geçerli değil. Çıkarcı, hesapçı, insan seçen ve elitist her ilişki biçimi de aynı şekilde liberaldir. Oysa anarşinin kabul edebileceği tek ilişki biçimi devrimci olandır. Adil, dönüşen, değişen ve değiştiren, etkileyen ve etkilenen, hesabın ve saf tutmanın olmadığı, özgürleştirici, dayatmacı olmayan, var olan ve dayatılan liberal ilişkilenmeyi kırmaya yönelik dayanışmacı, projelendirilmiş bir hedef doğrultusunda yapılandırma amaçlı olmayan, aksine birlikte şekillenen kolektif bir ilişkilenmedir devrimci olan. Özgür ilişkiyi oluşturabilen her topluluk (aşkın oluşturduğu da dahil) kendi formunu var edebilir ancak. Hiçbir form kendi başına anarşist değildir. Otonomizmin, kolektivizmin, komüncülüğün, federasyonculuğun, sovyetiğin ya da komünizmin, sendikalizmin ve bireyciliğin hiçbir önemi yoktur. Temelde kendi başına özgürleştirici olduğuna inanarak bir çatı haline getirilmiş her yapı yukardan aşağı dayatmayı getirir. Anarşizme dair her türlü örgütlenme ve mücadele biçimi sadece ona niyetlenen özgür bireylerin kendi inisiyatifleri ile yapılır ve onların ihtiyaçları, özlemleri, koşulları ve pratikleriyle alakalıdır.