4 Mart 2012 Pazar

arsıza karşı utançsız

Bu memlekette 90'lar 80'lerden daha karanlık bir tarihi anlatır. 80'lerde devlet terörü karşısında toplum korkuyla sinmişse, 90'lardaki devlet terörüne duyarsızlığıyla ortak olmuştur. Bu memeleket insanı için büyük bir çoğunluğu ifade edebilecek çok az ortak sıfat vardır. Riyakar bunlardan birincisidir. Bir ikincisi de belki kendini bilmemek. Kendini bilmeyen ne sınırını bilir ne de gücünü. Bir başkasını ise bilmek bir tarafa farketmez bile. O yüzden rahattır içi katille kurbanın adlarını yanyana koyarken. Utanmıyorlar mı sorusu, soru da değil isyanlı bir nida duyulur. Sen utanırsın kendinden ve insanlığından belki, bu duyarsız riyakarlara bakınca. Bu memlekette böyledir; sen yanarsın, sen utanırsın; senin kafana yağar bombalar sen utanırsın; senin evini yıkar, yakar, köyünü ortadan kaldırırlar, sürerler seni, sen utanırsın; 3 kuruş için dört turlarsın, fındıktan pamuğa, domatesten hıyara, dere kenarında hayvan pazarında konaklar, boklu derede yıkanırsın, kentli züppe ter kokuyor diye burun kıvırır yine sen utanırsın. Unutmak lazım artık utanmazı da, utanç lafını ağzımıza dolayan efendiyi de. Kierkegaard asıl utançtan bahsederken şehvanilik perdesiyle örtülmeyen utancın kaynağının hiçlik olduğunu söyler. “Ama neden duyulan utanç? Hiçlikten. Kişi utanç yüzünden ölebilir. Yaralanmış utanç, en derin acıyı verir, çünkü bu açıklanması en olanaksız utançtır.” Agamben nazi kamplarındaki Muselmannları anlatır. Tamamen hiçleşmiş, tepkisizleşmiş, utanç duygusundan kopmuş insanlar. Naziler yenildikten sonra kamplara gelen askerleri asıl dehşete düşürenin üst üste yığılı cesetleden çok oratalıkta anlamsızlaşmış bir halde gezen canlı cesetler; Muselmannlar olduğunu aktarır. Beckett alır Muselmann'ı sahneye yerleştirir. Yobaz ahlakçı utançsever de utanmaz da nefret eder Beckett'in utancı kaybetmiş insanından. Utançseverle utanmaz arasındaki perde ilk orda görünür olur. Yalan dolan bir perde. Utanmaz olanla utanç duygusunu yitirmiş olan arasında büyük bir fark vardır. Utanmaz olana saldırı yobaz bir ahlakçı eliyle mümkün olmayandır. Utanmaz olanın durumu da temelinde bir ahlak algısına dayanır. Yobaz ahlakçının temelini koyduğu nokta utanmaz olanla aynıdır. Yobaz ahlakçı utanmazın gözünde grotesk bir hal alarak eğlence nesnesinden öte bir anlam taşımaz. Hiçleşerek utanç duyusunu kaybeden ise varlığı/varoluşuyla hem utanmaz olana hem de yobaz ahlakçıya karşı tehdit oluşturan bir saldırı halindedir. Utanmazı yaratan ahlakçı ile ahlakçının kaçınılmaz neticesi olan utanmaz, hiçleşmiş utançsız karşısında çıplak kalırlar. Sürekli birbilerini besleyen, kendi varlıklarını karşısındaki ile devam ettiren normatif/normal ilişki utançsız hiç ile karşlaştığında birbirleriyle olan sahte çatışma bağlarını kaybederler. Daha doğru bir deyimle sahte çatışma bağı üzerindeki büyü perdesi kalkar, birbirlerine yapışmış olan göbek bağları görünür olur. Utanmaza kızgınlığı utançsevere de yansıtmalı işte. Utanacak bir şey yok. Utancı yaşatan her şey efendinin kitabında yazılı. Utancı kaybeden canlı cenazeler olmayı bekleye gerek yok. Utanç perdesiyle saklı her sömürü aletine karşı savaş açmalı artık. Utanmadan da bağırmalı. Ne devletin umrumda, ne milletin, ne bayrağın ne de dinin. Ey riyakar, kendi yazdığın kitabına inanmıyorsan, çatlamış ar damarınla ahlak kumkuması kesiliyorsan kesil. Ne utanırım bu dakikadan sonra ne de utanç beklerim senden. Gereken utanç kaynağı ahlakıyla başbaşa bırakıp terk etmektir efendiyi
.