Resmi
malumat bize bir topluluğun biraradalığının koşullarından ya da
göstergelerinden birinin de dil olduğunu mini mini yavrucakken
öğretmişti. Ortak kültür adıyla da tepeye konduruverir bunu. Ama gayri
resmi algı ve deneyim içinde, kültür denilen şeyin ağırlıkla onu
kurgulayan iktidara ait, onun projesi olduğunu öğrendik. Dil de
iktidarın kurguladığı kültürün bir parçası, silahı olarak bu projeye
dahil olur. Erke tehdit oluşturan unsurları dilden defeder, yeni
kavramları ekler. Dönüştürebildiğini dönüştürür, dönüştüremediğini ya
manipüle eder ya da karikatürize. İktidarın esnemek zorunda kaldığı
dönemlerde dil de esner. Esnemesi içine alarak, resmiyet kazandırarak
gerçekleşir. Dayatılan üstkültüre karşı muhalif/yıkıcı bir şekilde
ortaya çıkan altkültür dışında, ortaklaşamamış ve uzlaşamamış olsa da
muhalif/yıkıcı/karşı olmayan, elit üstkültürün görece içekapalı,
belirlenmiş bir alan/mekan/habitata ait olmasının kaçınılmaz sonucu
(hegomonik kültürün çelişkisi/kültürel projelendirmenin iş
kazası/istatistiğin kabul edilebilir hata payı/savaşın kaçınılmaz kaybı
vs. vs.) olan bir altkültür daha vardır. Bu kültür de üstkültürü
oluşturan/kurgulayan egemenin üretimidir. Hakim kültürün değerini
gösteren, kıyasın varlığını mümkün kılan çeper kültürüdür bu.
Muhalif/yıkıcı altkültürün oluşumu rağmen/karşın iken, bu altkültür
resmi kültürle beraber, ondan dolayı; gerilim temelli olmaktan çok etki
temellidir. Gayri resmi görüntüsüyle hakim kültür tarafından
dışlanmasına rağmen resmi kültürün bir anlamda yan ürünüdür. Yan ürün
olan altkültür zaman içinde evrilerek/dönüşerek resmi kültüre karşı
muhalif ve yıkıcı bir özellik kazanması mümkünse de ortaya çıkışının
muhalif bir yanı yoktur. Egemen üretimi olan bu iki kültür arasında bir
rekabet vardır. Bu rekabet egemen tarafından belirlendiği için aynı
zamanda hiyerarşik bir iletişim aracı olma görevini de üstlenir.
Belirlenen dil tek bir bütünün iki parçası olarak her iki kültürde rol
ve kimlikleri de belirler. Sosyal temasın değiştiği, içiçeliğin arttığı,
ekonomik farklılıkların azaldığı anda da altkültürün üstkültüre teması
başlar. Egemenin belirlediği dilin iki farklı kullanımı karşılaşır.
Üstkültürün alanına dahil olan altkültür eklemlenebilmek amacıyla
üstdile de niyetlenir, yanaşır. Şehirli köylü ilişkisi bu iletişim
haliyle dil düşmanına gözlemde derin hazlar sunar. Şehirli olmaya karar
veren köylünün dilinde -en azından kendi adıma- haz verici olan iki
biçim ortaya çıkar. Köylü derken şehirde pek çok kentli kadar eski olan
mahallelileri de kastediyorum. Kentli dilinin elitliğine karşı oluşan
mahalleliye ait argo ve jargon bunlardan biridir. Sadece elitizm
karşıtlığı değildir tabii argo ve jargonu oluşturan. Bir topluluk dili
olmakla beraber çoğunlukla korunmak amacı ile de kullanılır. Kanunla ve
egemenle dertli her topluluk sürekli değişen bir dile de ihtiyaç duyar.
Argo ve jargonun resmi dille olan ilişkisinde bir çeşit taşlama söz
konusudur. Ama birbirleriyle temas etmelerine, ortak kavram ve
kelimeleri birbirinden farklı anlam ve sebeplerle kullanmalarına rağmen
argo ve jargonun resmi dile/üstdile hakim olması söz konusu değildir.
Bir dildeki övünme sözcüğü diğerinde yerme ve dalga geçme amacıyla
kullanılsa da, diğer dildeki kullanımının üstüne çıkmaz. Topkapı ve
Beyoğlu argosu artık ortadan kalkmaya başlamış olsa da bu özelliklerdeki
dillerdir. Şehirde yaşayan mahalleli dışında bir de taşradan göçenlerin
kentlilerle dil vasıtasıyla kuruduğu bir ilişkilenme biçimi daha var.
Elitist kültürün varlığının kaçınılmaz sonucu olan altkültüre örnek
oluşturan da bu göçmen kültürü, arabesk kültürdür. Kendi topluluk
hayatlarını kurmaları göçmen oldukları için daha sıkıntılı ve acele
olduğu için dil konusunda yaşadıkları çatışma çok daha farklı oldu. Elit
dille olan ilişkileri jargonun taşlamasından başka sonuçlar doğurdu.
Göçün kendinden bir eklemlenme çabası olduğunu da göz önünde tutarak,
ilişkilenme amaçlı iletişimde de aynı eklemlenmeyi denedi göçmen. Burada
netice taşlamadan çok groteski oluşturdu. Elitin diline eklemlenmeye
çalışarak elitin dilini deforme etmek. Amaç bu olmasa da netice bu oldu.
Yanlış ve yersiz kullanılan birçok kavram ve kelime kentlinin hor
görmesi ve eğlencesi olarak muhabbet mezesi haline getirdi arabesk
göçmen dilini. Ama o sözlükte bir kelime var ki groteskleşmeyi de
geçerek absürde ulaştırdı dili: Bayan. 60-70 sene önce süslü
davetiyelere yazılan bilmem kimin önündeki sayın bayan, dolmuşta para
uzatmak için kullanılan bağyana teslim oldu. Altkültürün üstkültüre
egemen oluşunun örneğidir bayan. Sadece kelimeyi deforme etme becerisi
ile değil. Üstkültürü kendi kavramına yabancılaştırabilmesi becerisi
ile. Kendine de yabancılaştığının göstergesidir bu aynı zamanda.
Kültürün üstlüğünün/üstünlüğünün geçersizleştiğinin ispatıdır. Kendi
kavramına karşı savaşan bir dil komedi için uygun bir dildir. Kendini
bilmeyen bir üstün de olur muymuş, ahahaha. Kesinlikle ahlakçı ama
terbiyesiz bir anarşist olarak iktidarlar arasında bir seçim yapacak
değilim ama gideni davulla zurnayla, kuyruğuna teneke bağlayarak
uğurlamak, geleni de sopayla karşılamak da benim eğlencem. Bayan kavramı
değişen iktidarın kültürdeki yansımalarından biri sadece. Sevgili
Çehov’u anmadan yapamayacağım. Onu komedi yazmaya iten de bu bence.
Klasik parantezi içinde geçen yazarlar arasında bugün memlekete en
münasip oyunlar onda. Birileri bok etmeden sahnelese de artık katıla
katıla gülsek. Kendine yabancılaşan iktidar giderayak komedi olur. Alzheimer
olmuş bir kültür haline gelir. Hakim oluşun ona hediyesi olan atıllığı o
denli artmıştır ki, kendi kurguları örümcek ağı gibi sarmıştır tahtını.
Kendi kendini bağlar, elini kaldıramaz. En ufak mücadelesi kendi
bağlarını koparan bir harekete mecbur eder onu. Kendi ağına yakalanmış
bir örümcek. Ne ağ örme yeteneği kalmış ne de ağda hareket etme
yeteneği. Savaşabilmek için düşmanının alanına girmek zorunda. Kendi
terk ettiği alanlardan başka bir yer de değil düşman toprakları. Kendi
varettiği alanlar. Kendini incitmeden vurabileceği bir darbe de yok.
Çırpındıkça batıyor. Kendi diline saldırıyor. Bir dil düşmanı için
bu bile büyük bir orgazmken, bunla yetinmeyen üstkültür bana hazların
benim için daha bitmediğini söylüyor. Bayan lafına hep uyuzdum. Bu
memlekette kadını kıyafetle kişiliksizleştirmek türbanla başlayan bir
şey değil. Bayan bana cumhuriyet balolarında başlarında şapkalar,
erlerinin statülerinin göstergesi olan, süs köpeği kılıklı salon
hanımefendilerini hatırlatır. Osmanlıdan beri devam eden bir feminist
hareketi baltalayan, bunla da yetinmeyip feminizmi ezmeyi kendine görev
edinen, kadın yazarların gazetelerde yer almalarını engelleyen eril
kafanın kavramıydı bayan. Bayana uyuz olacaksak, rica ediyorum buradan
başlayalım. O ana kadar bayan lafını kullanmakta inat etmeyi öneriyorum.
Olmadı ben kendi kendime eğlenmeye devam ederim.
21 Ocak 2011