Dedemin anlattığı bir hikaye vardı.
Dünyanın birçok yerine yardım götüren bir sağlık örgütünde
çalışan bir arkadaşı varmış. Adam çocuk psikolojisi
uzmanıymış. Çalışma alanı ise savaşlarda sakat kalan
çocuklarmış. Uzun yıllar kabile savaşlarının sürdüğü bir
ülkede çalışmış. Toprak mayınları yüzünden kollarını
bacaklarını kaybeden, tecavüze uğrayan çocuklara yardım etmeye
çalışıyormuş. Çocukları hayata bağlamak hem çok zormuş hem
de çok kolay. Küçücük bir şey oları hemen mutlu edip gözlerini
parıltılarla doldururken birden bire sebepsiz yere dalıp gidiyor,
hüzünlenip ağlıyorlarmış. En çok içini parçalayan şeyse
artık ağlamayan çocuklarmış. Kimseyle konuşmayan öylece etrafa
bakan çocuklar. Birgün çocukların ortak bir eğlence kaynağını
fark etmiş adam; futbol. Kız erkek hepsi de çok seviyormuş
futbolu. Bunu onları hayata bağlamak için kullanabilirim diye
düşünmüş adam. Ama bir türlü karar veremiyormuş oynayacakları
bir futbol sahası yapmanın iyi mi yoksa kötü mü olacağına. Ya
sakatlıkları daha da fazla batarsa gözlerine diye düşünüp
duruyormuş. Ve bu riske girmeye karar vermiş. Hep birlikte uyduruk
bir futbol sahası yapmışlar. İçini toprak ve taşla
doldurdukları varilleri inek başlı antilopların arkasına
bağlayıp engebeli bir araziyi olabildiğince düzeltmişler
Serengeti'de. Sağlık yardımlarıyla birlikte gelecek olan futbol
topu tüm köyün beklediği şeymiş bir ay boyunca. Dedemin
arkadaşı da çok heyecanlıymış ama içindeki endişe bir türlü
rahat bırakmıyormuş onu. Neyse ki korktuğu gibi olmamış. Kolsuz
bacaksız çocuklar düşe kalka topun peşinden sekiyorlar, çok
eğleniyorlarmış. “Gol atmak ya da yemek hiç fark etmiyorlardı
onlar için” demiş adam dedeme o günlerini anlatırken. Artık
ağlamayan çocuklardan biri sürekli izliyor ama fazla
yaklaşmıyormuş. Top oynayan çocuklardan biri seslenmiş birgün.
“Orada dikilene kadar gel kalenin önünde dikil” diye. Çocuk
bilmem ki bakışlarıyla cevap vermiş ona. Sekerek suskun çocuğun
yanına gelmiş ve çekiştirip onu kaleye geçirmiş. Mecburi kaleci
ürkek ürkek bakakalmış kalede. Yediği her golde eğlenmeyen tek
kişi oymuş. Yenen gol, kaçan gol, olabilecek her şey herkesi
eğlendiriyormuş. Takım arkadaşları attıkları gollerin
sevincini onla paylaşmış yediği gollerde ise tavsiyelerde bulunup
avutmuşlar onu. Ürkekliğini üzerinden atmaya başlayan çocuk
topun çarpışlarıyla bir sağa bir sola gıcırdayarak sallanan
kale direklerinden zamanla uzaklaşmaya başlayıp arkadaşlarına
yaklaşmış. Birkaç golü kurtarmaya çalışmış, başaramamış.
Üstü başı toz toprak olmuş ama artık eğleniyormuş.
Arkadaşlarında birine seslenmiş “Yardım et de çıkarayım
üstümden gömleği”. Arkadaşı fingi fingir gelmiş yanına iki
kolu düğümlü gömleği çıkarmış çocuğun üzerinden. “Böyle
daha iyi oldu. Hem gömleğin kolları sallandıkça yüzüme
çarpıyordu” demiş çocuk. “Kalede kolları olmayan tek bacaklı
bir çocuk” demiş arkadaşı dedeme “düşünebiliyor musun
becerebildiklerini. Oyun oynuyordu onlar maç değil. Bu yüzden hiç
kaybeden olmuyordu kazanmaya çalışan yoktu. Psikoloji falan
değildi bu, ne de benim başarım.”
Hikaye keşke burda bitse ama bitmiyor
işte. Bir ritüel şeklinde oynanan oyun zamanla değişmeye
başlamış. Çocuklar dedemin arkadaşından sahanın çizgilerinin
kireçle belirlenmesini istemişler. Fazladan bir masraf değilmiş
zaten. En kolay bulunan şeylerden biri kireçmiş çünkü. Toplu
mezarların kapanmasından önce biraz ayrılsa olmaz mıymış.
Dehşet verici bir çocuk yaratıcılığı. Ona hakemlik yapmasını
bile teklif etmişler ama adam işlerinin yoğun olduğunu ve bunu
yapamayacağını söylemiş çocuklara. Çocuklar zamanla
becerilerini geliştirmeye başlamışlar. Bizim tek bacaklı
kalecilikten çok memnunmuş. Karşı takımın golcüsü çok
becerikli olduğundan fazla uzaklaşamıyormuş kaleden. Takım
arkadaşları attıkları gollerin sevincini onunla paylaşmaya,
yediği gollerde avutmaya devam etmişler. İşler zorlaşmaya
başlamış. Eskisi kadar iç içe olamıyormuş arkadaşlarıyla.
Kornerden kornere ancak. “Sakat çocukların topun hızına yetişme
ihtimalini düşünürsen çocuklardan önce top geliyordu kaleye”
demiş dedeme adam. Özellikle kaleciler için eski zevki kalmamış
oyunun. Yalnızlığa yazgılı bir mevki olmuş kale. Yediği
gollerdeki hataları daha sert eleştirilmeye başlamış çocuğun.
Berabereyken golü yiyip kaybettikleri maçta iyice gerilmiş ortam.
“Nolcak ki” demiş çocuk, “ Ne demek nolcak kıçımızı
yırttık kazanıcaz diye” demiş arkadaşı. Neyseler, boşverler,
geçiştirilmiş olay. Sonraki gün onu oynamaya çağıran çocuk
yanına gelmiş ıkına sıkına. Başka bir kaleci bulduklarını
söylemiş tek bacaklıya. “Ama sadece oynuyorduk” demiş tek
bacaklı, “Bu sadece bir oyundu”. Tek bacaklıyı bırakıp
gitmiş arkadaşları. Birkaç gün sessiz yalnızlığına dönmüş.
Sonra dedemin arkadaşının yanına gitmiş. “Benim yapabileceğim
bir şeyler bulalım doktor” demiş çocuk. Tek bacakla
yapabileceğim bir şeyler olmalı. Tabii kıç tekmelemekten başka.
Onu nasılsa becerebiliyorum, hem de çok iyi. Zaten bir bacağı olup
da bunu yapamayan var mı ki. Dünyada tekmelenmek için yırtınan
bir sürü kıç olmasına rağmen başka bir şey de yapmak
istiyorum”.
Ben dedemin yalancısıyım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder