30 Eylül 2012 Pazar

Tek Bacaklı Zenci Çocuğun Hikayesi


Dedemin anlattığı bir hikaye vardı. Dünyanın birçok yerine yardım götüren bir sağlık örgütünde çalışan bir arkadaşı varmış. Adam çocuk psikolojisi uzmanıymış. Çalışma alanı ise savaşlarda sakat kalan çocuklarmış. Uzun yıllar kabile savaşlarının sürdüğü bir ülkede çalışmış. Toprak mayınları yüzünden kollarını bacaklarını kaybeden, tecavüze uğrayan çocuklara yardım etmeye çalışıyormuş. Çocukları hayata bağlamak hem çok zormuş hem de çok kolay. Küçücük bir şey oları hemen mutlu edip gözlerini parıltılarla doldururken birden bire sebepsiz yere dalıp gidiyor, hüzünlenip ağlıyorlarmış. En çok içini parçalayan şeyse artık ağlamayan çocuklarmış. Kimseyle konuşmayan öylece etrafa bakan çocuklar. Birgün çocukların ortak bir eğlence kaynağını fark etmiş adam; futbol. Kız erkek hepsi de çok seviyormuş futbolu. Bunu onları hayata bağlamak için kullanabilirim diye düşünmüş adam. Ama bir türlü karar veremiyormuş oynayacakları bir futbol sahası yapmanın iyi mi yoksa kötü mü olacağına. Ya sakatlıkları daha da fazla batarsa gözlerine diye düşünüp duruyormuş. Ve bu riske girmeye karar vermiş. Hep birlikte uyduruk bir futbol sahası yapmışlar. İçini toprak ve taşla doldurdukları varilleri inek başlı antilopların arkasına bağlayıp engebeli bir araziyi olabildiğince düzeltmişler Serengeti'de. Sağlık yardımlarıyla birlikte gelecek olan futbol topu tüm köyün beklediği şeymiş bir ay boyunca. Dedemin arkadaşı da çok heyecanlıymış ama içindeki endişe bir türlü rahat bırakmıyormuş onu. Neyse ki korktuğu gibi olmamış. Kolsuz bacaksız çocuklar düşe kalka topun peşinden sekiyorlar, çok eğleniyorlarmış. “Gol atmak ya da yemek hiç fark etmiyorlardı onlar için” demiş adam dedeme o günlerini anlatırken. Artık ağlamayan çocuklardan biri sürekli izliyor ama fazla yaklaşmıyormuş. Top oynayan çocuklardan biri seslenmiş birgün. “Orada dikilene kadar gel kalenin önünde dikil” diye. Çocuk bilmem ki bakışlarıyla cevap vermiş ona. Sekerek suskun çocuğun yanına gelmiş ve çekiştirip onu kaleye geçirmiş. Mecburi kaleci ürkek ürkek bakakalmış kalede. Yediği her golde eğlenmeyen tek kişi oymuş. Yenen gol, kaçan gol, olabilecek her şey herkesi eğlendiriyormuş. Takım arkadaşları attıkları gollerin sevincini onla paylaşmış yediği gollerde ise tavsiyelerde bulunup avutmuşlar onu. Ürkekliğini üzerinden atmaya başlayan çocuk topun çarpışlarıyla bir sağa bir sola gıcırdayarak sallanan kale direklerinden zamanla uzaklaşmaya başlayıp arkadaşlarına yaklaşmış. Birkaç golü kurtarmaya çalışmış, başaramamış. Üstü başı toz toprak olmuş ama artık eğleniyormuş. Arkadaşlarında birine seslenmiş “Yardım et de çıkarayım üstümden gömleği”. Arkadaşı fingi fingir gelmiş yanına iki kolu düğümlü gömleği çıkarmış çocuğun üzerinden. “Böyle daha iyi oldu. Hem gömleğin kolları sallandıkça yüzüme çarpıyordu” demiş çocuk. “Kalede kolları olmayan tek bacaklı bir çocuk” demiş arkadaşı dedeme “düşünebiliyor musun becerebildiklerini. Oyun oynuyordu onlar maç değil. Bu yüzden hiç kaybeden olmuyordu kazanmaya çalışan yoktu. Psikoloji falan değildi bu, ne de benim başarım.”

Hikaye keşke burda bitse ama bitmiyor işte. Bir ritüel şeklinde oynanan oyun zamanla değişmeye başlamış. Çocuklar dedemin arkadaşından sahanın çizgilerinin kireçle belirlenmesini istemişler. Fazladan bir masraf değilmiş zaten. En kolay bulunan şeylerden biri kireçmiş çünkü. Toplu mezarların kapanmasından önce biraz ayrılsa olmaz mıymış. Dehşet verici bir çocuk yaratıcılığı. Ona hakemlik yapmasını bile teklif etmişler ama adam işlerinin yoğun olduğunu ve bunu yapamayacağını söylemiş çocuklara. Çocuklar zamanla becerilerini geliştirmeye başlamışlar. Bizim tek bacaklı kalecilikten çok memnunmuş. Karşı takımın golcüsü çok becerikli olduğundan fazla uzaklaşamıyormuş kaleden. Takım arkadaşları attıkları gollerin sevincini onunla paylaşmaya, yediği gollerde avutmaya devam etmişler. İşler zorlaşmaya başlamış. Eskisi kadar iç içe olamıyormuş arkadaşlarıyla. Kornerden kornere ancak. “Sakat çocukların topun hızına yetişme ihtimalini düşünürsen çocuklardan önce top geliyordu kaleye” demiş dedeme adam. Özellikle kaleciler için eski zevki kalmamış oyunun. Yalnızlığa yazgılı bir mevki olmuş kale. Yediği gollerdeki hataları daha sert eleştirilmeye başlamış çocuğun. Berabereyken golü yiyip kaybettikleri maçta iyice gerilmiş ortam. “Nolcak ki” demiş çocuk, “ Ne demek nolcak kıçımızı yırttık kazanıcaz diye” demiş arkadaşı. Neyseler, boşverler, geçiştirilmiş olay. Sonraki gün onu oynamaya çağıran çocuk yanına gelmiş ıkına sıkına. Başka bir kaleci bulduklarını söylemiş tek bacaklıya. “Ama sadece oynuyorduk” demiş tek bacaklı, “Bu sadece bir oyundu”. Tek bacaklıyı bırakıp gitmiş arkadaşları. Birkaç gün sessiz yalnızlığına dönmüş. Sonra dedemin arkadaşının yanına gitmiş. “Benim yapabileceğim bir şeyler bulalım doktor” demiş çocuk. Tek bacakla yapabileceğim bir şeyler olmalı. Tabii kıç tekmelemekten başka. Onu nasılsa becerebiliyorum, hem de çok iyi. Zaten bir bacağı olup da bunu yapamayan var mı ki. Dünyada tekmelenmek için yırtınan bir sürü kıç olmasına rağmen başka bir şey de yapmak istiyorum”.
Ben dedemin yalancısıyım.

Hiç yorum yok: