3 Eylül 2012 Pazartesi

Aile Bağları



Sahne 1


Bir oda. İki ihtiyar kendinden lazımlıklı tekerlekli sandalyelerindeler. Karşılarında 4-5 ekrandan oluşan bir izleme-güvenlik sistemi. Bu iki ihtiyara bakıcılık yapan 30’larında bir erkek. Daha genç olmasına rağmen ihtiyarlardan daha ağır hareketleri var. Bir geri zekalı havası vardır ama bu abartılı verilmemeli. İhtiyarlar ise oldukça dinç.


1.     İhtiyar (A) : (Ekranı göstererek) Şu oğlanı gördün mü?
2.     İhtiyar (B) : Mavili.
A: Bugün burdan dördüncü geçişi.
B: Beşe az kalmış.
A: Altı olduğunu düşün bir de.
B: Felaket bu olsa gerek.
A: Korktun mu?
B: Korkulacak bir şey yok.
A: En azından iki kere aynı tarafa gidene kadar.
B: O zaman bir şeyler atlanmış demektir.
A: O zaman bir şeyleri atlamışız demektir.
B: Gözümüzden bir şeylerin kaçtığını gösterir bu.
A: Gözlerimizin yeterince açık olmadığını.
B: Olası olan da aynı zamanda.
A: O zaman korkmaya pek de gerek yoktur ha?
B: Emin değilim.
A: Ben de.
B: Emin olmamıza da gerek yok.
A: Buna katılıyorum.
B: Bu iyi.
A: (Kısa sessizlik) Bazı şeylerin niye olduğunu düşündün mü hiç?
B: Bazı şeylerin niye olmadığını düşünmek kadar boktan.
A: Bazı şeyler olur.
B: Bazı şeyler de olmaz.
A: Sonuçta her şey olağandır.
B: Her şey olur.
A: Bunları anlayacak kadar yaşadık.
B: Şaşırmayacak kadar.
A: Darmadağın olmayacak kadar.
B: İnsan önlemini almalı.
A: Şaşırmamalı.
B: Hiçbir şeye.
A: Şaşırmamalı.
B: Şaşkınlığa bile.
A: Olanlara.
B: Olmayanlara.
A: Olası olanlara.
B: Olan ve olduğunu fark edemediklerimize.
A: Olur böyle şeyler.
B: Olmadığı da olur.
A: Olur böyle şeyler.
B: Hazırlıklıyız biz.
A: Beklememekteyiz
B: Hazırız.
A: (Kısa sessizlik) Seninki yine ortada yok.
B: Nerde bu aptal. Evlat!.. Evlat! (oğlan girer)
A: Neler yapıyordun?
Oğlan: Hiç.
B: Ne yapabilir ki?
A: Şöyle elimizin altında dur. Kaybolma. Başına bir şey gelmesin.
B: Nasıl bir erkeksin sen anlamıyorum ki. Şuna bak. Sünepe.
A: Tamam yeter artık. Görmüyor musun o bir gerzek ve bize muhtaç. Bize ihtiyacı var.
B: Şans işte. Ne yapalım.
A: Evet şans.
B: Bazen böyle olur.
A: Kabullenmek lazım.
B: Uğraşmak istemediğinde.
A: En azından.
(Gürültülü aptal bir alarm sesi. Uyduruk bir icat)
B: İlaç saati.
A: Bu gerzek yine duymuyor. (Bastonuyla oğlanı dürtükler, yüksek sesle) İlaç saati. (Oğlan ilaçları koca bir fanusta getirir. İhtiyarlar içinden alır)
B: Kulakları zor işitmeye başladı artık.
A: Dalıp gidiyor sanki.
B: Yok canım daha neler.
A: Hayal falan kuruyor olmasın salak.
B: (Sahte gülme çabası) Güldürme beni. Bunamaya mı başladın sen yoksa. O bir geri zekalı.
(Oğlanın yaşlılığı ve beceriksizliğine karşı ihtiyarlar ilaçları saçma oyunlarla ağızlarına fırlatıp yutarlar. Beceren beceremeyenin ilacını alır. Oğlan kazananı alkışlayarak destekler).
A: Ben kazandım.
B: Son zamanlarda hep sen kazanıyorsun.
A: Formumdayım.
B: Eğer ilaçlarımı almak istiyorsam artık kazanmam gerekiyor.
A: İlaçsız kalmanı istemem.
B: Ben de sadaka.
A: Kazanmanı bekliyorum.
B: Birkaç ilaç alsam daha rahat kazanabilirim. Enerji olur. Kısır döngüye dönmesin. Avlanamayan aslanlar gibi.
A: Nasıl?
B: Avlanamadığı için enerjisini kaybedip yeni avların peşine düşemiyorlar. Kaçan her av bir sonraki avın yakalanmasını da zorlaştırıyor.
A: Aslanlar grup halinde avlanıyorlar, sen karıştırıyorsun. Leopar ya da jaguardır o.
B: Onlar da kedi değil mi?
A: Kedi.
B: Eee ne fark eder?
A: Fark etmemeli mi yani?
B: Fark eder mi?
A: Etmeyebilir.
B: Etsin mi?
A: Tamam tamam fark etmesin.
B: Konuşmayı zorlaştırma.
A: İlaçsızlıktan bunlar.
B: Belki de. (Kısa sessizlik) Ben aynı görüntüden sıkıldım televizyon izleyelim biraz.
A: (Kumanda ile ekranlardan birini televizyona çevirir, film izlemeye başlarlar) Eskiden çok daha iyilerini yaparlardı.
B: Eskidendi onlar.
A: Şimdi yaptıkları sadece onları taklit etmek. Hem de bir sürü aptallıkla doldurarak.
B: Yapamıyorlar şimdi.
A: Bu filmi izlemiştik.
B: Evet. Çevir o zaman, yenisini bul (sahne kararır)


Sahne 2


(İlk sahnedeki halleriyledirler.)

A: Bu görüntüleri neden kaydetmiyoruz
B: Napıcan hatıra mı istiyosun?
A: Belki lazım olur.
B: Ne için?
A: Delil.
B: İnandırıcılık için mi?
A: Başka türlü inandırıcı olmak zor.
B: Mümkün değil.
A: Yani?
B: Yani bize kimse inanmaz. Kimseye karşı inandırıcı olmak zorunda da değiliz. Kaydetmek gereksiz.
A: Evet. Sadece izliyoruz.
B: Sadece izliyoruz.
A: Hatırlamak istediğin oluyor mu?
B: Senin buruşuk suratın hatırlamam gerekenleri hatırlatıyor. Ama sen ille de kayıt istedikçe o kadar zırvayı bir süre sonra nereye sıkıştıracağımızı da göz önünde bulundurmanın gerekliliği durumu daha da sıkıcı bir şekle doğru biçimlendiriyor diyorum.
A: İyi diyorsun.
B: Oluyor işte bazen.
A: Olur olur evet bilirim.
B: Biliyorum bildiğini.
A: Her boku bilmemiz gerekiyor ya.
B: Değil mi ya. (Karşılıklı sırıtış uzatmadan) Biri vardı. Biraz karışık net hatırlayamıyorum her şeyi. Bir kitap yazmak istiyordu.
A: Ne zaman?
B: Bilmiyorum ne zaman.
A: Neyse.
B: Şehir efsaneleri. Bar bar gezer, bağır bağır hikayeler anlatırdı, barbar kılıklı bir adamdı.
A: Yazdı mı bari?
B: Yok canım. Yani kitap çıktı da o yazmadı. Barmen yazmış hikayeleri.
A: Barbar okumuş mudur?
B: Olası.
A: Bunu bence şimdi uydurdun. Bana hiç inandırıcı gelmedi.
B: Oooo inanç problemi. Ne yapabilirim?
A: Beni inandıramadın ve bunu biliyor olmalıydın. Benim neye inanmadığımı bilmen gerekir.
B: Neye inanacağını bildiğim gibi.
A: Evet bilirsin.
B: Tekrara girmeyelim. Sen hikayeyi senin inanacağın şekle mi sokmamı isterdin?
A: Bu gerçek sorunu değil niye abartıyosun ki?
B: Her şey sorun.
A: Yakaladım seni bu sefer. Hikayeler senin derdin. Anlatmayı seviyorsun. Hikaye senin hikayeler.
B: İnandırıcı olmak teslim olmak oluyor ama.
A: Çok şey değil istediğim.
B: İnandırılmak isteyen her şeyin kendince olmasını ister. Bu az mı?
A: Ya uzlaşma?
B: Takılıyoruz işte, daha ne uzlaşması. Sıkıldın mı yoksa?
A: Ne münasebet.
B: İyi susalım biraz.
A: İzleyelim. (Sahne kararır)


 Sahne 3

A: Düşünüyorum da...
B: Eeee.
A: Anlaşabilmek aslında düşündüğüm.
B: Ne konuda?
A: Anlaşabilmek konusunda.
B: Hadi? (bir şeyler demek üzereyken vazgeçer, gülümser) Hayallah.
A: Nooldu?
B: Saçmalama diyecektim az daha.
A: Hadi ya? (Kısa sessizlik) Dediklerini düşünüyorum da anlaşabildiğimizden emin olamıyorum. Önceden bunu düşünmezdim bile.
B: Neden önce?
A: Önceden işte.
B: Bir şeylerden önce olmalı demek istediğim. Bir şeyler olmuş ya da olmamış olmalı ki bir önce ya da sonra olma durumu ortaya çıkabilsin.
A: Konuyu dağıtma.
B: Olmuş sana bir şeyler, olmuş.
A: Bilmiyorum ne olmuş.
B: Nedir anlamak istediğin?
A: Konuştuklarımızı düşünüyorum.
B: Ben konuştuğumuzu hatırlamıyorum. Yani sorun yok. Düşünmeye gerek yok.
A: Anlamadım.
B: Ne dediğimin ne önemi var ki, zaten seni düşündüren tam olarak benim söylediklerim de değil.
A: Senle konuşuyorum ama.
B: Diyelim ki söylediğimi düşündüğün şeyi aslında söylemedim. Duyduğun şeyle söylediğim şey aynı değildi.
A: Yanlış mı duymuş oluyorum bu durumda ben?
B: Tam anlamıyla değil. Buna yanlışlık demek gerekir mi emin değilim.
A: Hadi bakalım.
B: Şöyle düşün, senle konuşurken aslında aklımdan geçmeyen ya da düşünmediğim bir şeyleri sana söylüyorum. Ya da öylesine konuşuyorum. Çok önemsiz laflar ediyorum sonuçta ama sen bunlar üzerine düşünüyorsun. Ne anlama geliyor bu?
A: Beni salak yerine koyduğun mu?
B: Benim neyi niye dediğim senin onun hakkında düşünmüş olduklarını ne kadar etkiliyor? Bir yanlış anlaşılma oldu belki ama sen yine de bol bol düşündün, yanlış bir şey mi bu?
A: Değil.
B: Bence de değil. Bu düşündüklerini daha değersiz yapmıyor.
A: Öyle mi dersin?
B: Aslolan sensen senin için ki öyle, senin düşündüklerin önemli olan.
A: Bu doğru.
B: Düşünme hakkımız var. İnsan istediğini düşünmekte özgür.
A: Evet özgür insanlarız biz.
B: Sana düşündürdüklerim için beni yormayacaksın değil mi? Anlaşmak zorunda değiliz ve bu yüzden iyi anlaşıyoruz. Neyi ne kadar anlayabilirsin ki?
A: Anlıyorum. Her şey çok yorucu. Sıkıcı oluyor bazen.
B: Yorulmanı istemem. Yorma kendini.
A: Beni düşündüğün için teşekkür ederim.
B: Seni düşünmeyeceğim de kimi düşüneceğim? Biz birbirimizin kolu kanadıyız.
A: Kanadı kırık bir turna geçer yandan.
B: Geçer geçer de neler der?
A: Kırdı kanadımı vefasızın biri.
B: Vay canına yandığım neler eder?
(birlikte):
      vay vay da vay vay
      kandı yürek kandı yine
      vay vay da vay vay
      yandı kürek yandı yine
A: Of of  ki of of.
B: Tüh tüh ki tüh tüh.
A: Kırdı kanadımı vefasız.
B: Elleri kırılaymış.
A: Sar yaramı.
B: Merhem olsam sokulsam.
A: Hay tabip el et.
B: Bırak tabibi habibi.
A: Bilibili bilibili çil horozum kayboldu.
B: Güneş batar uzakta.
A: Karanlık hep gece karanlık.
B: Ağzım kamaşıyor.
A: Ne yedin?
B: Tembellikten tembellikten.
A: Çalışmıyoruz.
B: Sözleri unutuyoruz.
A: Sesleri unutuyoruz.
B: Ses ver ses.
A: Ritim ver ritim.
B: Evlat yetiş.
(oğlan gelir) Sallan. (oğlan sallanmaya başlar)
A: Daha yavaş (daha yavaş sallanır)
B: A, a, a, a, a.
A: A, a, a, a, a.
B: Aaaba.
A: Aaaba.
B: Abalar var abalar.
A: Abalarda kabalar.
B: Bunları kim sıralar?
A: Dolu yüzleri yaralar.
B: Ellerinde karalar.
A: Ah abalar abalar.
B: Trak rak trak.
A: Basma çürük tahtaya.
B: Kasma düşücem diye.
A: Yas tutturma bana.
B: Kaslandı kıçım olmaz yara.
A: (oğlanı bastonla dürterek) Dur artık yeter.
B: Tembellik etmeyelim bir daha bu kadar.
A: Etmeyelim etmeyelim.
B: Kaybolacaktık az daha.
A: Hiç gerek yok. (Kısa sessizlik) Sana inanıyorum.
B: Bu inanç mevzusunu konuşmuştuk sanıyorum.
A: Hayır hayır anlatamadım. Senin söylediklerinin gerçek olduğuna inanıyorum. Bence sen inandırıcı bir insansın.
B: Sana bunu konuştuğumuzu söylemiştim. İnandırıcı olmak zorunda değilim, inandırıcı olmak zorunda değilsin, inandırıcı olmak zorunda değiliz. Neden bu kadar çok önemsiyorsun bunu? İnandırıcı olma şansımız yok anlamıyor musun? Kimse bize inanmaz. Bizlerin yaşadığına bile zor ikna edebilirsin başkalarını. Biz yokuz.
A: Neden edemeyecekmişiz ki? Kanlı canlı dikildik mi karşısına herkes inanır bize.
B: Bu şekilde bir başkasının karşısına sadece et çıkarabilirsin hem de buruşuk. Bunlar birbirinden çok farklı şeyler.
A: İnanmak o kadar zor mu?
B: Bu zor bir soru. Hem çok kolay hem de çok zor.
A : Sen de işleri kolaylaştırmak için hiç çaba göstermiyorsun.
B : Herhangi birini herhangi bir şeye inandırmanın en kolay yolu ona her şeyi inanacağı şekilde anlatmak. Bunu yaparken bazı şeyleri değiştirmek, bazılarını anlatmamak, bazılarını başka şekilde anlatman yeterli olur. Ama insan çok inanılmaz şeylere de inanabiliyor. Bunu deneyerek de inandırıcı olman mümkün ama tüm boşlukları doldurmuş olman gerekiyor. Yani boşlukların da işe yaradığı yerler var, en azından başlarda ama karışık işler bunlar. Ama tabii neticede inandırıcı olmuş olmuyorsun çünkü anlattığın şey artık başka bir şey haline geliyor. Böylece inandırıcı olmanın gerekliliği de ortadan kalkmış oluyor. Anlatmak istediğin şey olmadıktan sonra anlattığın şeyin inandırıcılığı ne kadar önem taşır ki? Yani inandırıcı olsa bile inandırıcı gelen şey senin anlattığın şey olmayacak. O duyduğuna inanacak, duymak istediğine. Bana kendimi tekrarlatıyorsun. İnandırıcılığımı kaybediyorum.
A: Ne önemi var ki? İnandırıcı olmak zorunda değildik hani.
B: Kaybettiğimiz şeyler olduğunu söylemiştim sana. Bundan 50-60 sene önce bu sorun olmayabilirdi. (kısa sessizlik) Bir belki kalıveriyor insanın aklında. Yaşlanıyorum galiba.
A: Çok yaşlandık.
B: Evet, kötü bir dönem bu.
A: Herkes aynısını der.
B: Hep kötüdür zaten.
A: Kötü kalıcıdır. Yeni bir şey yok yani.
B: Keşke öyle olsaydı. (kısa sessizlik) İnanıyorsun değil mi bana?
A: İnanıyorum. (Karşılıklı sevecen bir gülümseme. Kısa sessizlik) Bütün bunlar gerçek değilmiş gibi geliyor bana bazen.
B: Değil zaten.
A: Bu daha iyi.
B: Kolaylaştırıcı.
A: Kurtarıcı.
B: Gereksiz çabadan kurtarıyor.
A: Yorulmaktan.
B: Gerçek olması çok kötü olurdu değil mi?
A: Gerçek olsaydı açıklanmak isteyecekti.
B: Uğraştıracaktı.
A: Savunulması gerekecekti.
B: Saldırılacaktı.
A: Olacaktı.
B: Ama yok.
A: Bir anlamda var.
B: Birçok anlamda yok.
A: O zaman rahatız.
B: Sanmam.
A: Neden?
B: Rahat bırakılmak için gerçek olmaması yetmiyor.
A: Duymasak.
B: Zaten duyamayız.
A: Ama bileceğiz.
B: Bilmeye yükümlüyüz.
A: Doğrusunu mu bileceğiz?
B: Doğrusu yanlışı yok bunun.
A: Doğru, yok.
B: Doğru yok.
A: Yanlış yok.
B: Ama bileceğiz.
A: Bok var.
B: Bilmemizi sağlarlar.
A: Acımasızca.
B: Acımasız olduklarından değil ama.
A: Biliyorum, sadece olması gereken bu.
B: Evet. Kızgın mısın?
A: Sadece deniyorum. Kızgın olmayı unuttum.
B: Oluyor mu hiç?
A: Hayır.
B: Neyse.
A: Karar verememekten olabilir.
B: Kızmaya mı?
A: Neye ya da kime kızmaya. Kızabileceğim bir şey bulamıyorum. Yani yetecek kadar.
B: Bir başlangıç yap istersen, denemiş olursun.
A: Riske giremem.
B: Haklısın, böyle daha iyi.
A: Haklı görülebilirim umarım. Haklı olmaktan daha değerli artık.
B: Vazgeçemiyorsun.
A: Farkındayım.
B: Farkındayım.
A: Pek hoş.
B: Pek hoş. (Kısa sessizlik) Benim sana hak vermem yetmiyor mu?
A: Sen sayılmazsın.
B: Niyeymiş?
A: Sen de benim gibisin.
B: Sen yanlış yere gelmişsin.
A: Bilmiyorum.
B: Evet yanlış.
A: Bilmeliydim.
B: Yanlış.
A: Belki.
B: Anlamsız şeyler yapma şansımızı kaybettik.
A: Söylemek de.
B: Ne yapmalı?
A: Kararlı olmak lazım.
B: Saçmalama.(Sahne kararır)


Sahne 4



A: Tuvaletim geldi.
B: Büyük mü küçük mü?
A: Seni ilgilendirmez.
B: Aman öğrenmeyeceğim sanki.
A: İğrençsin (aralarına yerleştirilmiş bir demir parçasına gerili perdeyi çekiştir. Birbirlerini artık görmezler).
B: Burjuvasın sen.
A: Burjuva falan değilim.
B: Burjuvalık bu yaptığın.
A: Burjuva olsam aramızda görüntüyü yarım yamalak gösteren tüllerden olurdu
B: (Gözünü deliğe dayarken) Oysa delik bir muşamba var.
A: (Parmağını delikten sokarak gözüne batırır) Komünist bir örtü bu.
B: Laylon komüzmi. Mideni üşütmüşsün.
A: Evet.
B: Rezil kokuttun. Sıçtın mı?
A: Henüz değil sadece osurdum.
B: Ona osuruk denilmez resmen hava sıçtın sen (A konuşmaz) neden ses çıkarmıyorsun? Yani ağzından.
A: Susar mısın biraz konsantre olamıyorum sen konuşurken.
B: Bu perdeyle daha mı rahatsın? Anlamıyorum bunu.
A: Ne meraklı bir ihtiyar oldun sen.
B: Perdenin olduğu yerde ister istemez bir röntgencilik durumu var oluyor. Bu çok da benimle alakalı değil.
A: Ne yani röntgenci sapıklardan kurtulmanın tek yolu her şeyin ortaya dökülmesi mi?
B: O zaman aslında görülmeye değer bir şey olmadığını fark eder insanlar diyorum ben. Ya da görülmesi gereken şeylerin farkına varmazlar. Gözlerinden kaçarsın yani. Gizemli bir şeyler olduğuna inanmasalar röntgenlemezler de. Şu küçücük delik var ya perdedeki.
A: Eee?
B: Senin sıçışını cazip hale getiren şey işte o. Senin bokunun büyüsü o. Seni sahtekar ilizyoncu. Bazen o deliği senin açtığını düşünüyorum.
A: Manyak olan sensin, ben değil.
B: Sokakta olsak şu anda ve salak bir perdeyle saklanmasan kimse sana dönüp bakmazdı.
A: Sana mı bakarlardı?
B: Tabii ki evet.
A: Sadece utananlar.
B: Sen kıçını gizlemedikçe herkes.
A: Benim kıçım her durumda senin çirkin suratından daha ilgi çekici olur.
B: İlgi çekici sözü durumu tam olarak anlatmıyor.
A: Benim kıçım her durumda senin çirkin suratından daha fazla izlenme değer.
B: O izleyenin götlekliği olur.



 Sahne 5


(Alarm çalışır.)
A: İlaç saati.
B: Yine nereye kayboldu bu çocuk?
A: Evlat! (Çocuk gelir) İlaç saati. (Çocuk ilaç fanusunu getirir) Bu sefer kazanacağından eminim.
B: Moral verdiğin için teşekkür ederim.
A: İyi olan kazansın.
B: İyi olan kazansın. (Daha önce yaptıkları gibi devam ederler. İlaç B’nin boğazına takılır. A ilacı çıkarmak için sırtına vurmaya başlar. B yere düşer. A bastonuyla B’nin sırtına vurur. B’nin peruğu düşer. Oğlan ayakta onları izler. Sonunda B ölür)
A: (Oğlana) Bak bakalım ne durumda.
Oğlan: Ölü.
A: Kaldır. (Oğlan B’yi dışarı taşır. Bu sırada A B’yi alkışla uğurlar. B’nin ayağı sahnede kalmıştır. Oğlan birazdan geri gelir. Üzerinde B’nin kıyafetleri vardır. Yerdeki peruğu alıp kafasına takar. B’nin koltuğuna yerleşir)
B: Bir film aç da izleyelim. Sıkıldım aynı hikayelerden.
Oğlan: (Ekranlardan birini televizyona çevirir) Bu filmi izlemiştik sanki.
A: Olabilir. Hepsi birbirine benziyor.
Oğlan: Her şey birbirine benziyor.
A: (Sahnede kalan B’nin ayağını fark eder) O ayak niye orda?
Oğlan: Ortama bir hava katsın dedim.
A: Ne havası?
Oğlan: Sanat yaptım.
A: Sanat ayağı.
Oğlan: (Güler) Evet.
A: Göt ayağı.

Hiç yorum yok: