3 Eylül 2012 Pazartesi

Pek de mutluyduk pembe mor duvarların altında





         Bir oda. Yan yana iki koltuk. Adam ve kadın koltuktalar. Yün çilesini adam tutar, kadın sarar. Yumak bitene kadar devam ederler. Kadın koltukların arasındaki örgü çantasına yerleştirir yumağı. Bir süre sessizlik.



Adam : Benimle artık hiç konuşmuyorsun.
Kadın : Öyle mi?
Adam : Evet, sanki artık pek fazla şey paylaşamıyormuşuz gibi geliyor bana.
Kadın : Paylaşmak mı? Paylaşmalı mıyız?
Adam : Tabii ki. Yoksa ne anlamı kalır birlikte olmamızın?
Kadın : Bunun eksiklik olduğunu niye hisseder ki bir insan? Paylaşmak istediğin bir şey mi var yoksa?
Adam : Daha çok konuşmalıyız.
Kadın : Paylaşmak için mi?
Adam : Konuşmak paylaşmaktır.
Kadın : Yeterli mi bu sence?
Adam : En azından bir şey.
Kadın : Her şey bir şeydir.
Adam : Bir şey de her şey.
Kadın : Her zaman değil. O şeyin ne olduğuna bağlı bence.
Adam : Aynen katılıyorum.
Kadın : Harbi isteklisin. O şey konuşmak mı?
Adam : Konuşmak ve paylaşmak.
Kadın : Konuşalım tabii.
Adam : Bak ne iyi anlaşıyoruz senle.
Kadın : Senle konuşmak çok hoşuma gidiyor.
Adam : Hep konuşmak istiyorum.
Kadın : Ve paylaşmak.
Adam : Ne güzel. Ne güzel.
Kadın : Fevkalade.
Adam : Sessizlikten daha iyi değil mi?
Kadın : Çok daha iyi. Hiç sessiz kalmamalı.
Adam : Evet konuşmalı. Yaşadığını anlamalı, ispatlamalı.
Kadın : Seslerin hiç kaybolmadığını okumuştum bir yerlerde.
Adam : Atmosferde mi kalıyormuş ne, o mu?
Kadın : Tam üstüne bastın.
Adam : Bak gördün mü daha kalıcı ne var dünyada.
Kadın : Daha mutluyum artık.
Adam : Ben de.
Kadın : Seninle ne güzel şeyler paylaşıyoruz biliyorsun değil mi?
Adam : Ne kadar mutluyum bilemezsin.
Kadın : Ben de.
Adam : Biz çok şanslıyız.
Kadın : İnsanın konuşacağı birini bulması çok önemli.
Adam : Ve paylaştığı.
Kadın : Konuşarak.
Adam : Konuşarak.
Kadın : Kendi kendine de konuşulmuyor ki, birisi lazım.
Adam : Evet, özel birisi.
Kadın : Özel bir konuşma için.
Adam : Özel biri lazım.
Kadın : Sesleri çok seviyorum.
Adam : Her şey kendini böyle anlatıyor.
Kadın : Sesiyle.
Adam : Kuşlar, ayılar, sinekler.
Kadın : Hepsi kendince konuşuyor.
Adam : Hiç sessizlik olmamalı.
Kadın : Hiç olmamalı.
Adam : Sessizlik.
Kadın : Olmamalı.
Adam : Ah dudaklar.
Kadın : Ne güzeller.
Adam : Sesin hayat bulduğu yer.
Kadın : Kıvrımları şiirsel. Binlerce kasın hareketi ufacık bir ses çıkarmak için.
Adam : Güzelim dil. Kaygan ve atıveren sözcüğü dudakların arasına.
Kadın : Bir megafon boğaz.
Adam : Narin boyun destekçisi.
Kadın : Ya kulak?
Adam : Sesin öptüğü.
Kadın : Kıvrımlarıyla yakaladığı.
Adam : Vakumladığı sesi.
Kadın : Ah ne tatlısın sen.
Adam : Çok şekersin.
Kadın : Sevişsek mi acaba?
Adam : Hiç fena fikir değil.
Kadın : Konuşmamızı bitirelim önce.
Adam : Sonra da sevişiriz. (Ufak bir öpücük. Bir süre bakışır, kikirderler. Aynı anda söze başlarlar)
Adam-Kadın : Ben… Şey…
Kadın : Lütfen söyle.
Adam : A rica ederim sen. (Tekrar aynı anda başlarlar, gülümserler. Adam sözü kadına bırakır)
Kadın : Diyordum ki, şu kimselerin yaşamadığı yere gelmekle çok iyi etmişiz. Başlarda çok sessiz geliyordu. Aslına bakarsan o zamanlar çok da şikayetçi değildim bundan. Dinlendiriyordu beni sessizlik. Sonra sıkıcı olmaya başladı, fazlasıyla sessizdi. Ama artık öyle değil. Artık kendi sesimiz var. Senle konuşmalarımız var.
Adam : Sessizlikten kurtulduk. Sesimizi bulduk. Her şeyden çok uzakta ama birbirimizleyiz. Ne güzel.
Kadın : Pembe mor duvarların altında.
Adam : Pembe mor duvarların altında.
Kadın : Sen ve ben.
Adam : Birlikte.
Kadın : Konuşarak.
Adam : Paylaşarak.
Kadın : Biz mutluyuz.
Adam : Burada çok mutluyuz.
Kadın : İşte her anlamda doğaya döndük. Hem bu kulübede bedenen, hem de sesi bularak. Doğadaki her canlı gibi.
Adam : Hayvanların, bitkilerin, tabiatın sesi gibi.
         (Bu bölümden itibaren karşılıklı ses çıkarmadaki ritmin hızı artar. Paslaşmaktan çok lafı kapma başlar. Sözlerin dişiliği olmaması dışında karagöz-hacivat ya da edi-büdü atışmasına benzer)
Kadın : Rüzgarın sesini seviyorum. Tüm duyguları taşıyor kendinde. Bazen kızgın, bazen sakin, huzurlu. Rüzgarın bir yaprakta konuşmasını çok seviyorum. Okşuyor onu mırıltılarıyla. Dalından koparıp kurumuş bir yaprağı salındırıyor havada.
Adam : Yaprağın topraktaki sesini de seviyorum ben. Çıtırtılı. Üzerine bastığında dağılıyor. Çocukluğumu hatırlatıyor o ses. Soba üzerindeki kestanenin sesine benzer.
Kadın : Seninle böyle konuşabildiğim için çok mutluyum. İnsanlar bunun  farkında değil. Tamam kabul ediyorum bir başka insanı kendine çeken başka şeyler var. O elektriği almak gerçekten önemli. Bir sinerji yaratabiliyor bakışmalar. Ruh eşini bulmak çok zor. Ama konuşmak. Konuşmak, konuşabilmek çok başka bir şey, çok yukarlarda bir şey. Anlıyorsun  değil mi? (Adam lafa girecekken) Neyse, biz anlaşabiliyoruz, paylaşabiliyoruz çünkü konuşabiliyoruz. Bunu becerebiliyoruz. Kaç kişi bunu yapabiliyor ki şu dünyada?
Adam : Evet, bu gerçekten başarılabilmesi güç bir şey. Bir başka insanla konuşamadıktan, paylaşamadıktan sonra insanın yaşadığı şeylerin ne anlamı kalırdı? Bilirsin ben çok severim doğada uzun geziler yapmayı. O çiçeklerin güzelliği, bin bir renkliliği, yaprakların üzerindeki sabah çiyleri. Otların rüzgarla oynaşmasına nasıl hayranımdır bilirsin. Çiçeklerle de konuşurum, çok severim bunu. Hem çiçeklerle konuşulması gerektiğini bilim adamları da söylüyor. Ama tüm bunları bir başkasına anlatamasam çok üzülürdüm. İyi ki varsın sen. Ve ben senle paylaşabiliyorsam dağları dolduran çiçekleri.
Kadın : Ben de dağları çok seviyorum. O koca kayaların yıllar içinde ne türlü etkilerle değişikliğe uğradığını gözlemek ne büyük zevk, ne büyük tatmin. O boyun eğmez halleri, mağrurlukları çok takdir edilesi. Dinozorların koşuşturduğu dağlardan parçalar var onlarda. Gözlerinin önüne tarihi seriveriyorlar.
Adam : Çiçeklerin üzerine serilmek de harika bir duygudur. Üzerinde küçücük sineklerin uçuştuğunu görmek, çıplak ayaklarının altında ıslak toprağı hissetmek. İnsanın vücudundaki eksi elektriği aldığı da bilimsel bir şey toprağın.
Kadın : Eksi elektriği almak kayalıklardan akan sular için de geçerli. Şelaleler harikalar. Etrafa sıçrayan su parçacıkları havadaki negatif enerjiyi ortadan kaldırıyor. Bu da bilimsel bir gerçek. Ah o kayaların su ile aldığı şekiller. Harika bir görüntü.
Adam : Toprağın yumuşaklığı.
Kadın : Kayanın sertliği.
Adam : Gökyüzüne uzanan koca ağaçlar ormanda.
Kadın : Jilet gibi keskin kayalıklar uçurumlarda.
Adam : O ağaçları düşünürüm uzun uzun.
Kadın : Ben de keskin kayalıkları.
Adam : Ağaçları diyorum bak.
Kadın : Kayalıklar.
Adam : Dinle bak ağaçlar hakkında ne anlatacağım sana. Çok ilginç.
Kadın : Sen bir kayalıkları görsen.
Adam : Ağaçlar ama.
Kadın : Kayalıklar.
Adam : Sözümü kesersen anlatamam ki.
Kadın : Ben senin sözünü kesmiyorum aksine sen benim sözümü kesiyorsun.
Adam : Ben ağaçlardan bahsediyordum.
Kadın : Hayır ben kayalıklardan bahsediyordum.
Adam : Ama beni hiç konuşturmuyorsun.
Kadın : Niyeymiş. Sen de konuştun.
Adam : Ben konuşmak istiyorum.
Kadın : Ben de konuşmak istiyorum.
Adam : Seni dinlemekten sıkıldım.
Kadın : Ben seni dinledim ama.
Adam : Ben de seni dinledim.
Kadın : Hem senin anlattıkların çok sıkıcı. Konuşacaksak kayalıklardan konuşalım.
Adam : Ağaçlar hakkında niye konuşmuyoruz?
Kadın : Kayalıklar.
Adam : Ağaçlar.
         (Kulaklarını tıkayıp birbirlerini dinlemeden bağıra çağıra konuşmaya başlarlar)
Kadın : Seninle konuşulmuyor.
Adam : (Şişlerden birini alır ve kulaklarını deler) Artık seni duymuyorum. Hahhahhah!
Kadın : (Diğer şişi alır ve o da kulaklarını deler) Ben de seni duymuyorum.
Adam : Dudaklarımı okuyabiliyorsun değil mi? (Kadın gözlerini oyar, adam da aynısını yapar. Konuşmaya devam ederler. Labarba)
         (İçeri iki kişi girer. Bir kadın ve bir erkek. Arkadaşları. Neler olduğunu anlayamazlar. Kadın adamın, adam da kadının yanına gider ve onları sarsarlar. Kadın kendine gelen adamı, adam da kadını elindeki şişle öldürür)
Kadın : (Öldürürken) Hala konuşmaya çalışıyorsun değil mi? Hissedebiliyorum bunu. Son sözünü söyle bakalım.
Adam : (Öldürürken) Geveze karı. Bok çene.
(Tekrar yerlerine otururlar. Kendi kendilerine mırıldanırlar ağaçlar ve kayalıklar hakkında. Işık kararır.)





Hiç yorum yok: