5 Ekim 2016 Çarşamba

milli ve yerli riya

Cerattepe davası yaklaşırken artık ezberlediğimiz, yaratıcılık ve akıldan yoksun, yalanlarla dolu milli ve yerli sataşma ve karalamalar tekrar zirve yapmaya başladı. Bu milli ve yerli muhafazakarlar doğa ve yaşam alanı savunmalarının kırılma anlarında mantar gibi bitmeye başlarlar. Kah yağma ve talana karşı direnişin başladığı yerde kah savunucuların davalarını mahkeme salonlarına taşımaya başladığında ortaya çıkıverirler. Zeytinliklerine sahip çıkan Yırca köylülerine, nükleer santrale karşı çıkan Sinop halkına karşı da aynı milli ve yerli muhafazakar düşmanlığını yansıtmışlardı. Heslere, termik santrallere, Reslere, madenlere ve bir alay yağma projesine karşı toprağını, suyunu, yaşam alanını savunmaya çalışan herkes bu saldırılardan, yalanlarla dolu karalamalardan nasibini aldı.

Tüm bu kokuşukluk içinde sürekli kulağımızda çınlayan bir safsata, ne idüğü belirsiz milli ve yerli. Devlet tiyatrolarının başındaki insan sıfatıyla uluslar arası tiyatro festivallerine gidip oyun izlemeye tenezzül etmeyen müdürün dilinde de aynı ucube lafı duyabiliyoruz, sanki kafalarından geçeni sahneye taşıyacak kadar Türkçe yazılmış kokuşuk oyun varmış gibi konuşuveriyor müdür. Oyun izlemediği gibi okumuyor da muhtemelen ya da kendi müdürüne oynuyor. Sonuçta ne kurgunun sağlamlığı, ne inandırıcılık, ne de dramatik örgü falan umursanan şeyler değil tiyatronun müdürü için. Seyirciyi tatmin etmekten başka bir derdi yok demek de anlamını kaybetti, tek bir seyircisi var çünkü. Onun da kalkıp salona gelecek hali yok, belki kaçak saraya taşır gösterisini de tarihsel döngüyü tamamlar ve taht yamacında ısırılmış meyvelerden kemirme şansı bulur.

Yerli dendiği zaman artık akılda nelerin canlandığı malum. Benim çocukluğumda yerli dendiğinde akla pazar günleri trt karşısında izlenen western filmleri ve yerli malı haftası gelirdi. Bedenle beraber akıl da başka şekiller alıyor tabii. Yerlinin toprağa ait bir şey olduğunu öğreniyorsunuz. O toprağın doğal yaşamının bir parçası olan şeydir yerli. Binlerce, bazıları içinse milyonlarca yıl içinde o toprak üzerinde olan biten her şeyle beraber şekil alan, değişen, dönüşen bir şey yerli. Tohum mesela. Binlerce yılda kök saldığı bölgede doğanın değişimiyle birlikte o da değişir. Oranın böceğiyle sineğiyle tanışır ve kendi savunma mekanizmalarını geliştirir. Dönüşe dönüşe aldığı halde komşusu olan ağacın, sineğin, böceğin, solucanın, topraktaki minerallerin, onu karnında taşıyan domuzun, geyiğin, yağmurun, rüzgarın, derenin, kuşun payı vardır. Onun da aynı şekilde her birinde. Onla da bitmez oranın türküsünde, halısında, sepetinde, folklorunda, seyirlik oyunlarında etkisi vardır. Bu memlekette kadim, binlerce yıllık, yerli tohumlar kayboluyor. Belki pazarlarda denk gelenler vardır yerli tohum satan köylülere. Yaptıkları suç devlete bakarsanız. Yerli tohum satışı yasaklandı çünkü. Gönüllü tohum bekçileri, şenlikler organize ederek tohum takası yapan ve kadim tohumları korumaya ve yaşatmaya çalışan insanlar ve inadı inat hala atasından kalan tohumu saklayan sayısı çok az köylü olmasa yerli türleri tamamen kaybedeceğiz. Yok olan türler var ne yazık ki. İlaç ve tohum şirketleri tarımcının kanını emiyor. Ve tabii yerli ve milli yurttaşların gıkı çıkmıyor bu konuda.

Bu toprağın en meşhur yerlisi buğdaydır. 12 bin yıl önce bugün Şanlıurfa Karacadağ diye bildiğimiz toprakta başak vermiş ilk olarak. Tüm dünyada yetiştirilen buğdayların anası bizim yaşadığımız, yurt edindiğimiz bu topraklarda selamlamış hayatı ve sonrasında hayat bambaşka bir hal almış. O buğday 2015-2016 arasında sürdürülebilirliğini tehlikeye sokan kriz eşiğini gördü. Tüm dünyaya yayılan ve her medeniyette ciddi etkisi olan buğday böyle giderse ana vatanında yok olacak. Ve yine yerli ve milli diye ağzından salyalar saçanların bu konuda bir rahatsızlığı görülmüyor.

Milli ve yerli içeceğimiz olarak ayranın sunulduğunu da hatırlarsınız. On numara içecektir. İhtiyacınız olan yoğurt ve su sadece. Türkçenin dünya dillerine kazandırdığı nadir sözcüklerden de biri yoğurt bu arada. Memlekette neredeyse şirketlere satılmayan su kaynağı kalmadı, milyonlarca insan musluk suyu bile içemiyor. Yoğurt yemek içinse ya köylere gideceksiniz -tabii hala süt sağabilme şansı olan bir köylüye denk gelebilirseniz- ya da epey bir para ödeyip süslü kaplarda soyguncu organik tüccarları zengin edeceksiniz, yoksa marketten alacağın şey yoğurt süsü verilmiş bir faydası olmayan kimyasal bir bulamaç. Yani ne suyun senin ne yoğurdun yoğurt. Bunlardan yapacağın ayran da ne kadar ayran bilemem ama on numara bir milli ve yerli ucube örneği olduğu kesin.

Bu toprağın yerel zenginliklerinden biri de zeytin. Doğrudan ve dolaylı 10 milyonun üzerinde kişinin geçimini sağlıyor. Milli ve yerli iktidar “25 dekar altındaki zeytinliklerin zeytinlik olmadığı”nı kanuna geçirerek talanın önünü açtı. Türkiye'deki zeytinliklerin büyük çoğunluğu 25 dekarın altında. 2014’te Manisa’nın Soma ilçesi, Yırca köyünde, Kolin Grubu tarafından termik santralı yapılması gerekçesi ile 6 bin ağaç talan edildi. İnsanlar ağaçlarını korumak için direndiler. Davalar açtılar. Danıştaydan karar beklenirken bir gece öncesinde köylülere saldırıldı, ağaçlar katledildi. Milli ve yerli muhafazakarlar o zaman da klavyelerin başına geçtiler. Alman ajanlarının yerini Yahudi lobisi alıverdi. “Zeytin Yahudi ağacıdır, hepsi kesilecek” diyerek kampanya başlattılar. Neymiş, kıyamet yaklaşırken Yahudiler ve Müslümanlar arasında savaş çıkacakmış da Yahudiler zeytin ağaçlarının arkasına saklanacakmış. Yıllarca Ramazan geldiğinde televizyonda duyduğum oruç açma öncesi yayınlanan program geldi aklıma; “Bir yudum su, bir zeytin tanesi inananlar için her şeye bedeldir.” Şirketlere suyunu sattın, zeytinliklerini kestirdin be muhafazakar, neyin muhafazasındasın? Cevap belli. Yağmanın, talanın, ulusal ve uluslar arası şirketlerin çıkarlarının muhafızı olmuşsun.

Zeytin kanunu gibi şeker pancarı için de kanunlar çıkarıldı. Ne mi bu şekerpancarının olayı; “Şekerpancarı kendisinden sonra ekilen hububatta yüzde 20 verim artışı sağlayan, baş ve yapraklarının toprakta bırakılması halinde dekara 5 kg saf fosfor ve 15 kg saf potasyuma eşdeğer bitki besin maddesi temin eden bir bitkidir. Şekerpancarı tarımı buğdaya göre 18 kat, ayçiçeğine göre 4.4 kat daha fazla istihdam sağlıyor. Şekerpancarının yan ürünleri olan baş ve yaprakları, küspesi, melası en ucuz kaba yem olarak değerlendirilir. Bir dekar şekerpancarı yan ürünlerinin içerdiği hayvansal besin değeri 500 kg arpaya eş değerdir. Başka bir deyişle; bir dönüm şekerpancarı yetiştirirken, aynı anda hayvanlarımız için yaklaşık iki dönüm de arpa yetiştirmiş gibi ek değer üretiriz. Şekerpancarı eş alandaki çam ormanına oranla üç kat daha fazla oksijen sağlar. Yani 1 dekar şekerpancarının havaya verdiği oksijen miktarı 6 kişinin bir yıllık ihtiyacını karşılar. Yılda yaklaşık 20 milyon tonluk taşıma hacmi yaratan bir bitkidir. Şeker kanunu öncesi Türkşeker’in yıllık taşıma sektörüne sağladığı yük miktarı 15 milyon ton, yaptığı ödeme ise 57 trilyon liradır. Alkol imalatında kullanılan etil alkol şekerpancarı melasından elde edilir. Melas aynı zamanda maya sanayisinin ana hammaddesidir. Şeker Kanunu çıkarılmadan önce melastan üretilen mayalar 80 ülkeye ihraç edilmekte, döviz kazandırmaktaydı.”1 Yakında şekerpancarı için de bir cevvallik bekliyorum sizden milli ve yerli mahafazakar muhafızlar. Bu sefer de Cargill'in kuyruğuna takılırsınız. Eski sloganlara mı başvururlar artık yoksa uzaylılara kadar giderler mi bilemem ama yakında onu da öğreneceğiz.







1Abdullah Aysu Şekerpancarı Gereklidir; Neden? http://bianet.org/bianet/tarim/178652-sekerpancari-gereklidir-neden

Hiç yorum yok: