Sosyal medya hareketliliğinden anlaşıldığı üzere Sabahattin Ali’nin
doğum günüymüş. Epey süredir aklımda dolanan bir şeyleri yazmama vesile olur
diye geçtim Word başına. Bilmem, bakalım bunun sonu gelecek mi? İçimizdeki Şeytan’ın
Ömer’i aklımda dolanıp duran. Çehov’un İvanov’u da eşlik ediyor kendisine. Gezinip
duruyorlar kafamın içinde. Arkadaşlık ediyorlar demek doğru olmaz, pek sohbet
yok aralarında. Aynı dili konuştuklarını düşünüyorum oysa, hatta eminim. Hiç yoksa
tanımışlardır birbirlerini kendi benzerlikleriyle. Tanımamış da olabilirler aslında, kendileriyle olan meşguliyetlerine
öyle kapılmışlar ki, bir diğerine halleri kalmamış bu anlamda, sanki. Meşguliyetleri
de tartışmalı ya, neticeye bakıldığında en azından bana şüpheli görünmekte,
müphem daha yakışır sanki ekose takım elbiselerinin görece sportif haline. Beyefendi
adamlar, bulaştıkları yok bana, yok da taciz başka noktada tabii. Biri dolanıyorken
diğeri oturmakta berjerde, bacak bacak üstünde. Ceketi hafiften kıça doğru
savuran eli cebe sokuşun büyüleyici bir etkisi var. Her şey yakışıyor bu cins
adamlara. İzzi dedemden sanırım, bir fotoğraftan kafama kazınmış bu mösyö
duruşu. Ben de farkındayım hep yanılsama bunlar. Sigara da yakışıyor ellerine
doğrusu. İnceler, kibarlar, salınıyorlar diyeceğim ama feminenlikten
bahsettiğim sanılır diye çekiniyorum. Erkek çünkü bunlar, bildiğin erkek.
Hayalperest adamlar. Hayalperest erkeklerin kadınlar
üzerindeki etkisi yazarlar tarafından abartılıyor diye düşünmeden edemiyorum. Yok
da diyemem. Belki sınıfsal tarafına yoğunlaştırmalı bakışı, özellikle bu etki
konusunda. Romantikler bir de tabii. Şiirler okur, süslü laflar eder aklını
başından almanın bir yolunu bulurlar kadınların. Samimiyetlerinden hiç şüphem
yok, sevenin hisleri konusunda kim ahkam kesebilir zaten, ben hayatta kesmem. Bu
iki adamın ortaklığı sadece bunlarla kalmıyor işte. Her şeyi bir kenara atıp, onların
yanında olmak için kendinden vazgeçiveren kadınları sevmiş, sevilmişler. Yalan söylememişler
hiç bu kadınlara, kandırmamışlar onları. Belki de -en azından görüntüde- ortaya
dökmüşler gizli kapaklı hallerini. Muhtemelen bağlanmaya daha da sebep olmuş bu
açılım. Amma da sevilmişler Ömer ile İvanov. İlle de yazarların buraları
anlatmasına gerek yok, başka türlüsü mümkün mü? Sönük bile kalabilirdi erkek
karakterlerin aşkı, eş yoğunlukta konu olabilseydi Macide ve Marya’nın
duygularıyla. Sonuç perişan kadınlar için. Adamların -aslolarak kendilerine- ağlaşmaları
arka fonda bıraksa da kadınların hallerini, durum bu. Ruhlarını içiyorlar
kadınların bu duygulular. Sevgileri yeterince
zulmetmemiş gibi, sevgileri tükendiğinde kadınların yaşadığı zulüm boyut
değiştiriyor, katmanlanıyor. Bir de kendilerini perişan ediyor adamlar, ah ben
nasıl bir adamım diye. Artık sevemiyor olmak öncelikli kendi sorunlarıymış
gibi. Hep kendileriyle meşguller, hep meşguller, meşgale bitmez bu tiplerde zaten.
Yapacak bir şey bulamazlarsa kütüphane düzenlerler. Hep bir şey eksiktir ama,
bir şey hep unutulmuştur, unutulmuş gibidir, nostalji hiç bitmez. O boşlukla
doğmuş gibidirler. Bu da sınıfsal tabii. Her ikisi de müthiş yazılmış
karakterler. Başka türlü bu denli sinir bozucu olabilirler miydi?
Benim şeytanım bunlar. Bu yazı girişiminin bir şekilde dönüp
dolaşıp kendime zırlamaya gelme ihtimalini göze almıştım. Hamlet eksik
kalmıştı, o da dalıverdi odaya “aşağılık herifleriz hepimiz, inanma hiçbirimize”
diyor ağzımdan konuşarak. Manastır demem tabii ki. Hak ettiğimiz meşalelerle
kovalanmak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder