Cerattepe
davası yaklaşırken artık ezberlediğimiz, yaratıcılık ve
akıldan yoksun, yalanlarla dolu milli ve yerli sataşma ve
karalamalar tekrar zirve yapmaya başladı. Bu milli ve yerli
muhafazakarlar doğa ve yaşam alanı savunmalarının kırılma
anlarında mantar gibi bitmeye başlarlar. Kah yağma ve talana karşı
direnişin başladığı yerde kah savunucuların davalarını
mahkeme salonlarına taşımaya başladığında ortaya çıkıverirler.
Zeytinliklerine sahip çıkan Yırca köylülerine, nükleer
santrale karşı çıkan Sinop halkına karşı da aynı milli ve
yerli muhafazakar düşmanlığını yansıtmışlardı. Heslere,
termik santrallere, Reslere, madenlere ve bir alay yağma projesine
karşı toprağını, suyunu, yaşam alanını savunmaya çalışan
herkes bu saldırılardan, yalanlarla dolu karalamalardan nasibini
aldı.
Tüm
bu kokuşukluk içinde sürekli kulağımızda çınlayan bir
safsata, ne idüğü belirsiz milli ve yerli. Devlet tiyatrolarının
başındaki insan sıfatıyla uluslar arası tiyatro festivallerine
gidip oyun izlemeye tenezzül etmeyen müdürün dilinde de aynı
ucube lafı duyabiliyoruz, sanki kafalarından geçeni sahneye
taşıyacak kadar Türkçe yazılmış kokuşuk oyun varmış gibi
konuşuveriyor müdür. Oyun izlemediği gibi okumuyor da muhtemelen
ya da kendi müdürüne oynuyor. Sonuçta ne kurgunun sağlamlığı,
ne inandırıcılık, ne de dramatik örgü falan umursanan şeyler
değil tiyatronun müdürü için. Seyirciyi tatmin etmekten başka
bir derdi yok demek de anlamını kaybetti, tek bir seyircisi var
çünkü. Onun da kalkıp salona gelecek hali yok, belki kaçak
saraya taşır gösterisini de tarihsel döngüyü tamamlar ve taht
yamacında ısırılmış meyvelerden kemirme şansı bulur.
Yerli
dendiği zaman artık akılda nelerin canlandığı malum. Benim
çocukluğumda yerli dendiğinde akla pazar günleri trt karşısında
izlenen western filmleri ve yerli malı haftası gelirdi. Bedenle
beraber akıl da başka şekiller alıyor tabii. Yerlinin toprağa
ait bir şey olduğunu öğreniyorsunuz. O toprağın doğal
yaşamının bir parçası olan şeydir yerli. Binlerce, bazıları
içinse milyonlarca yıl içinde o toprak üzerinde olan biten her
şeyle beraber şekil alan, değişen, dönüşen bir şey yerli.
Tohum mesela. Binlerce yılda kök saldığı bölgede doğanın
değişimiyle birlikte o da değişir. Oranın böceğiyle sineğiyle
tanışır ve kendi savunma mekanizmalarını geliştirir. Dönüşe
dönüşe aldığı halde komşusu olan ağacın, sineğin, böceğin,
solucanın, topraktaki minerallerin, onu karnında taşıyan domuzun,
geyiğin, yağmurun, rüzgarın, derenin, kuşun payı vardır. Onun
da aynı şekilde her birinde. Onla da bitmez oranın türküsünde,
halısında, sepetinde, folklorunda, seyirlik oyunlarında etkisi
vardır. Bu memlekette kadim, binlerce yıllık, yerli tohumlar
kayboluyor. Belki pazarlarda denk gelenler vardır yerli tohum satan
köylülere. Yaptıkları suç devlete bakarsanız. Yerli tohum
satışı yasaklandı çünkü. Gönüllü tohum bekçileri,
şenlikler organize ederek tohum takası yapan ve kadim tohumları
korumaya ve yaşatmaya çalışan insanlar ve inadı inat hala
atasından kalan tohumu saklayan sayısı çok az köylü olmasa
yerli türleri tamamen kaybedeceğiz. Yok olan türler var ne yazık
ki. İlaç ve tohum şirketleri tarımcının kanını emiyor. Ve
tabii yerli ve milli yurttaşların gıkı çıkmıyor bu konuda.
Bu
toprağın en meşhur yerlisi buğdaydır. 12 bin yıl önce bugün
Şanlıurfa Karacadağ diye bildiğimiz toprakta başak vermiş ilk
olarak. Tüm dünyada yetiştirilen buğdayların anası bizim
yaşadığımız, yurt edindiğimiz bu topraklarda selamlamış
hayatı ve sonrasında hayat bambaşka bir hal almış. O buğday
2015-2016 arasında sürdürülebilirliğini tehlikeye sokan kriz
eşiğini gördü. Tüm dünyaya yayılan ve her medeniyette ciddi
etkisi olan buğday böyle giderse ana vatanında yok olacak. Ve yine
yerli ve milli diye ağzından salyalar saçanların bu konuda bir
rahatsızlığı görülmüyor.
Milli
ve yerli içeceğimiz olarak ayranın sunulduğunu da hatırlarsınız.
On numara içecektir. İhtiyacınız olan yoğurt ve su sadece.
Türkçenin dünya dillerine kazandırdığı nadir sözcüklerden de
biri yoğurt bu arada. Memlekette neredeyse şirketlere satılmayan
su kaynağı kalmadı, milyonlarca insan musluk suyu bile içemiyor.
Yoğurt yemek içinse ya köylere gideceksiniz -tabii hala süt
sağabilme şansı olan bir köylüye denk gelebilirseniz- ya da epey
bir para ödeyip süslü kaplarda soyguncu organik tüccarları
zengin edeceksiniz, yoksa marketten alacağın şey yoğurt süsü
verilmiş bir faydası olmayan kimyasal bir bulamaç. Yani ne suyun
senin ne yoğurdun yoğurt. Bunlardan yapacağın ayran da ne kadar
ayran bilemem ama on numara bir milli ve yerli ucube örneği olduğu
kesin.
Bu
toprağın yerel zenginliklerinden biri de zeytin. Doğrudan
ve dolaylı 10 milyonun üzerinde kişinin geçimini sağlıyor.
Milli ve yerli iktidar “25 dekar altındaki
zeytinliklerin zeytinlik olmadığı”nı kanuna geçirerek talanın
önünü açtı. Türkiye'deki zeytinliklerin büyük çoğunluğu 25
dekarın altında. 2014’te Manisa’nın
Soma ilçesi, Yırca köyünde, Kolin Grubu tarafından termik
santralı yapılması gerekçesi ile 6 bin ağaç talan
edildi. İnsanlar ağaçlarını korumak için
direndiler. Davalar açtılar. Danıştaydan karar beklenirken bir
gece öncesinde köylülere saldırıldı, ağaçlar katledildi.
Milli ve yerli muhafazakarlar o zaman da klavyelerin başına
geçtiler. Alman ajanlarının yerini Yahudi lobisi alıverdi.
“Zeytin Yahudi ağacıdır, hepsi kesilecek” diyerek kampanya
başlattılar. Neymiş, kıyamet yaklaşırken Yahudiler ve
Müslümanlar arasında savaş çıkacakmış da Yahudiler zeytin
ağaçlarının arkasına saklanacakmış. Yıllarca Ramazan
geldiğinde televizyonda duyduğum oruç açma öncesi yayınlanan
program geldi aklıma; “Bir yudum su, bir zeytin tanesi inananlar
için her şeye bedeldir.” Şirketlere suyunu sattın,
zeytinliklerini kestirdin be muhafazakar, neyin muhafazasındasın?
Cevap belli. Yağmanın, talanın, ulusal ve uluslar arası
şirketlerin çıkarlarının muhafızı olmuşsun.
Zeytin
kanunu gibi şeker pancarı için de kanunlar çıkarıldı. Ne mi bu
şekerpancarının olayı; “Şekerpancarı
kendisinden sonra ekilen hububatta yüzde 20 verim artışı
sağlayan, baş ve yapraklarının toprakta bırakılması halinde
dekara 5 kg saf fosfor ve 15 kg saf potasyuma eşdeğer bitki besin
maddesi temin eden bir bitkidir. Şekerpancarı tarımı buğdaya
göre 18 kat, ayçiçeğine göre 4.4 kat daha fazla istihdam
sağlıyor. Şekerpancarının yan ürünleri olan baş ve
yaprakları, küspesi, melası en ucuz kaba yem olarak
değerlendirilir. Bir dekar şekerpancarı yan ürünlerinin içerdiği
hayvansal besin değeri 500 kg arpaya eş değerdir. Başka bir
deyişle; bir dönüm şekerpancarı yetiştirirken, aynı anda
hayvanlarımız için yaklaşık iki dönüm de arpa yetiştirmiş
gibi ek değer üretiriz. Şekerpancarı eş alandaki çam ormanına
oranla üç kat daha fazla oksijen sağlar. Yani 1 dekar
şekerpancarının havaya verdiği oksijen miktarı 6 kişinin bir
yıllık ihtiyacını karşılar. Yılda
yaklaşık 20 milyon tonluk taşıma hacmi yaratan bir bitkidir.
Şeker kanunu öncesi Türkşeker’in yıllık taşıma sektörüne
sağladığı yük miktarı 15 milyon ton, yaptığı ödeme ise 57
trilyon liradır. Alkol imalatında
kullanılan etil alkol şekerpancarı melasından elde edilir. Melas
aynı zamanda maya sanayisinin ana hammaddesidir. Şeker Kanunu
çıkarılmadan önce melastan üretilen mayalar 80 ülkeye ihraç
edilmekte, döviz kazandırmaktaydı.”1 Yakında
şekerpancarı için de bir cevvallik bekliyorum sizden milli ve
yerli mahafazakar muhafızlar. Bu sefer de Cargill'in kuyruğuna
takılırsınız. Eski sloganlara mı başvururlar artık yoksa
uzaylılara kadar giderler mi bilemem ama yakında onu da
öğreneceğiz.
1Abdullah Aysu Şekerpancarı Gereklidir; Neden? http://bianet.org/bianet/tarim/178652-sekerpancari-gereklidir-neden